Hak ile batıl arasındaki çatışma serisinde İslam, her zaman henüz iyileşmemiş ümmetin yaralarını yeniden açan böylesine gizli komplo ve planlara maruz kalmıştır.
Batılın takipçileri, ümmetin belini kıran veya onu zayıflatan yolları seçmekte ısrar etmişlerdir.
Hz. Ali ile Hz. Muaviye (Allah onlardan razı olsun) arasındaki içtihat farklılıkları sona erip barışa varıldığında ve Ebu Musa el-Eş’ari ile Amr b. As (Allah onlardan razı olsun) hakem olarak seçildiğinde, batıl yeniden başını kaldırdı ve ümmetin birlik ve istikrar yolunda ilerlediğini fark ederek bu istikrarı baltalamaya çalıştı.
Bunlar, İslam dinini bir araç olarak kullandı, İslam’ın öğretilerini yanlış anladı ve insanların önünde aldatıcı bir slogan yükselttiler: “Hüküm ancak Allah’ındır.”
Belki de bu sapkın düşüncelerine dayanarak ümmetin yararına çalıştıklarını sandılar ve belki de bunu soruna bir çözüm ve ümmetin yaraları için bir sargı bezi olarak gördüler. Ancak o sargı bezi zehirliydi çünkü yaraları daha derin ve kanayan bir hale getiriyordu.
Ümmetin uzlaşma ve birlik yolunda ilerlediği bu hassas zamanda, onlar isyan ettiler ve cemaatten ayrıldılar. Bazı alimler bu olayı, tarih boyunca İslam’a karşı gerçekleşen her türlü huruc ve isyanın temeli olarak değerlendirmiştir. Hz. Peygamber’in (sallallahu aleyhi ve sellem) zamanında da bu gibiler fertler halinde mevcuttu ancak vahiy devam ettiği ve insanların gözünü boyayamadıkları veya siyasi faaliyetlerini meşrulaştırmak için dini tahrif edemedikleri için toplu halde hareket edemediler.
Bu hurucun en büyük etkilerinden biri, Hz. Ali’yi (radiyallahu anhu) ve birçok sahabeyi tekfir etmeleri ve onların kanlarını helal görmeleriydi. Oysa Hz. Ali, cennetle müjdelenen on kişiden biriydi, Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), onu cennetle müjdelemiş ve onun hakkında şöyle buyurmuştu:
“Ali cennettedir.”
Yine aleyhisselatu vesselam şöyle buyurmuştur:
“Sen bana, Harun’un Musa’ya olan konumundasın; ancak benden sonra peygamber gelmeyecektir.”
Buna rağmen Hariciler, Resulullah’ın (sallallahu aleyhi ve sellem) hayattayken bile onun metodundan saptılar; dolayısıyla onun (sallallahu aleyhi ve sellem) vefatından sonra sapkınlıklarının artmasına şaşmamak gerekir.
Günümüzdeki DAEŞ mensupları ise o ilk Haricilerin canlı bir suretidir; tıpkı onların hak imama karşı gelip cemaat dairesinden çıkmaları gibi bunlar da meşru yönetimi inkar ediyor, ümmetin mevcut liderlerini tekfir ediyor ve onları irtidatla suçluyorlar; Allah’a sığınırız.
Tıpkı ilk Haricilerin hakemliği kabul edenleri tekfir etmesi gibi bunlar da günümüzde yönetimi takip eden ve ona biat eden herkesi tekfir ediyor.
Tıpkı onların, ümmetin belini kritik bir zamanda kırılmasının nedeni olması gibi bunlar da bugün, ümmetin şiddetli bir sıkıntıdan geçtiği ve idarenin liderliğinde birlik ve istikrar umudunun belirmeye başladığı bir anda, aynı yöntemi izliyor ve ümmeti arkadan vurup onu sonsuza kadar düşürmeye çalışıyorlar.
İslam tarihinde bu tür trajediler tekerrür etmiştir; ne zaman ümmet izzet ve istikrarın zirvesine yaklaşsa Hariciler, düşmanların kışkırtmasıyla veya anlayıştaki bir sapkınlıkla bu yükselişin karşısında durmak için ortaya çıkmışlardır. Aşırılıklarıyla Allah’ın rızasını kazanacaklarını sanıyorlar ancak gerçekte büyük günahlar işliyorlar ve Şeytan onlara bu eğri yolu süslü gösteriyor; öyle ki onu hak yol zannediyorlar.
















































