IŞİD olarak bilinen aşırılıkçı grup, 21. yüzyılın en kötü ve yıkıcı olgularından biri olarak karşımıza çıkıyor. Ortaya çıkışı ani veya münferit bir olay olarak görülemez. Aksine Orta Doğu’nun tarihi, siyasi ve dini karmaşıklıklarından kaynaklanan onlarca yıllık bölgesel istikrarsızlığın sonucudur. 2003 yılında Irak’ın işgali, birçok bölgesel devletin çöküşü ve dini söylemin istismarı, grubun yükselişine katkıda bulunmuştur.
Selefi Cihad hareketinin içinde doğan IŞİD, daha sonra vahşet odaklı bir yaklaşım benimseyerek kendini diğer selefi cihad gruplarından farklılaştırdı. Kendini “İslam Devleti” olarak ilan eden örgütün devlet olma iddiası, kamusal meşruiyete değil, korkuya, baskıya ve İslami kavramların büyük ölçüde çarpıtılmasına dayanıyordu. Grubun liderleri, Irak ve Suriye’deki hayal kırıklığına uğramış Sünni gençleri kendi saflarına katmak için “hilafet” ve “cihad” gibi kutsal terimleri kasıtlı olarak manipüle etti ve onları acımasız gündemlerini ilerletmek için birer araç haline getirdi.
IŞİD’in dönüşümü üç temel aşamada izlenebilir:
Zerkavi’nin şehadetinin ardından 2006 yılında “Irak İslam Devleti” olarak yeniden markalaşması ve nihayetinde Ebu Bekir el-Bağdadi liderliğinde zirvesine ulaşması ve ardından iç savaşın kaosu ortasında grubun Suriye’ye stratejik olarak yayılması, geniş toprakları ele geçirmesini ve kendisini ulusötesi bir güç olarak sunmasını sağlamıştır. Hesaplı bir medya stratejisi ve sosyal platformları agresif bir şekilde kullanan IŞİD, bu sayede güç ve kalıcılık yanılsaması oluştururken, ekonomik altyapısı yağma, kaçakçılık, gasp ve kölelikle ayakta tutuldu.
IŞİD’in en belirgin özelliklerinden biri de kıyamet ve mesih inançlarını ideolojisine hesaplı bir şekilde dahil etmesiydi. Genellikle bu tür temalardan kaçınan El-Kaide’nin aksine IŞİD, kıyamet savaşlarıyla ilgili İslami eskatolojik kehanetlerden aktif olarak yararlandı. Vaat edilen “Mehdi”nin zuhurunun yakın olduğunu iddia etti ve askeri harekâtlarını dünyanın sonu için İlahi bir senaryonun parçası olarak konumlandırdı.
Bu anlatı, yalnızca kendi tarzlarına yatkın olanlara hitap etmekle kalmadı, aynı zamanda IŞİD’in vahşetini kutsal bir yükümlülük olarak göstermesini de sağladı.
Ancak son yıllarda IŞİD’in çöküşü, iddialarının içi boş olduğunu ortaya koydu. Meşru bir devlet olmaktan çok uzak olan IŞİD, yönetimden ziyade barbarlık üzerine kurulu, propaganda odaklı bir uydurmaydı. Kurumsal meşruiyet eksikliği, vahşete bağımlılığı ve yerel halkın nihai direnişi, çöküşüne katkıda bulundu.
Yine de örgütün oluşturduğu tehdit tam olarak ortadan kalkmadı. IŞİD’in ideolojik mirası yeraltı ağlarında varlığını sürdürürken, eski militanlarının çoğu önemli güvenlik riskleri oluşturmaya devam ediyor. Ardında bıraktığı psikolojik travma da bölge genelindeki toplulukları etkilemeye devam ediyor.
IŞİD’in tarihsel kökenlerini ve ideolojik evrimini anlamak, yalnızca yükselişinin köklerini kavramak için değil, aynı zamanda gelecekte benzer hareketlerin yeniden canlanmasını önlemek için de mühimdir.
















































