IŞİD’in Rolü: Halifeliği Karalamak Bölüm 2

Aziz Azam

 

İşgalcilerin ve onların vekillerinin İslam’ı içeriden baltalamak için kullandıkları planların devamı olarak IŞİD; bölünme, çarpıtma ve yıkımın etkili bir aracı olarak hizmet etti. Bu örgüt aracılığıyla Müslüman birliğini parçalamak ve gerçek İslami hareketleri itibarsızlaştırmak için çeşitli stratejik araçlar kullanıldı.

2. “İyi” ve “Kötü” Müslümanlar: Sonradan Uydurulmuş Bir Ayrım

Batılı ve Müslüman olmayan istihbarat teşkilatları, ümmet içinde bölünmeyi teşvik etmek için Müslümanları stratejik olarak sözde “iyi” ve “kötü” gruplara ayırdılar. Laik dünya görüşleri, modern yaşam tarzları, traşlı yüzler ve Batı kıyafetleri gibi Batı değerlerini de benimseyenler, İslami öğretilere zayıf bağlılıklarına bakılmaksızın “iyi Müslümanlar” olarak lanse edildiler. Buna karşılık çarşaflı kadınlar ve dini ritüellere bağlı erkekler de dahil olmak üzere İslami uygulamalara sıkı sıkıya bağlı dindar Müslümanlar “kötü” veya “radikal Müslümanlar” olarak marjinalleştirildi.

Bu ikilik yalnızca psikolojik bir araç değil, aynı zamanda politik bir silahtı. Vatandaşlık veya sosyal hareketlilik gibi vaatlerle istedikleri uyumu ödüllendirerek, İslami kimlikten sapmayı teşvik ettiler ve İslami ilkelere bağlı kalanları ise kötülediler.

3. Haricileri Finanse Etmek ve Fitneyi Yaymak

Harici grubun güçlendirilmesi ve fitnenin kasıtlı olarak yayılması, entelektüel ve örtülü savaşın en tehlikeli araçlarından birini temsil ediyordu. Müslümanlar, manipülasyon ve maddi ayartma yoluyla onur, cihat ve bağımsızlık duygularını zayıflatan ideolojik tuzaklara çekildiler ve sonunda direnişi aşırılıkçılık ve hatta intihar olarak algılamaya başladılar.

IŞİD’in Irak, Suriye ve daha sonra Horasan’da (Afganistan) “İslam Devleti” kisvesi altında ortaya çıkması, bu aldatmacanın çarpıcı bir örneği olarak durmaktadır. Bu grup İslam’ın gerçek imajını karalamak ve yerli İslami hareketleri bozmak için yoğun bir şekilde finanse edilip desteklendi. Ancak Afganistan İslam Emirliği Mücahidleri onlara kesin bir yenilgi yaşattı; bu yenilgi o kadar derindi ki artık uluslararası güçler bile onların ortadan kaldırıldığını kabul etti.

4. Sünni-Şii Çatışmasını Tetiklemek

Bir diğer bölücü taktik ise Sünniler ve Şiiler arasında çatışmanın kasıtlı olarak kışkırtılmasıydı. Bölgesel ve uluslararası aktörler tarafından desteklenen IŞİD, Afganistan’da bu gerginlikleri şiddetlendirmede etkili oldu. Eski Cumhuriyet rejimi tarafından desteklenen bu grup, Kabil’de ve eyaletlerde camilere, ilahiyat okullarına ve dini toplantılara saldırılar düzenledi; kadınlar ve çocuklar da dahil olmak üzere sivilleri katletti.

Bu vahşetler, Afganistan İslam Emirliği kontrolü yeniden kurana, istikrarı sağlayana ve kan dökülmesini durdurana kadar kontrolsüz bir şekilde devam etti.

5. “Radikal” ve “Ilımlı” Müslümanlar

Müslümanların “radikal” ve “ılımlı” gruplara ayrılması, bir başka hesaplanmış müdahale ve işgal stratejisiydi. Dindar ve sesini duyuran Müslümanları aşırılıkçı olarak etiketlemek için sivil örgütler ve yabancı fonlu siyasi partiler kuruldu; özellikle de sosyopolitik alanda inançlarını aktif olarak savunanları etiketlemek için. Bu arada uygulamalarını kişisel ritüellerle sınırlayan ve İslami yönetim konularıyla meşgul olmaktan kaçınan Müslümanlar ise “ılımlı” olarak nitelendirildi.

Bu kasıtlı kutuplaşma, Batılılaşmış Müslümanlar ile geleneksel olarak dindar Müslümanlar arasında düşmanlık oluşturmaya hizmet etti ve yabancı etkiye karşı herhangi bir kolektif İslami direnişi zayıflattı.

6. Pasif Bir Felsefeyi Teşvik Etmek: “Şiddet İçermeyen İslam”

İşgalciler, İslam bayrağı altında vahşi bir şiddeti yaymak için IŞİD’i finanse edip silahlandırırken, aynı zamanda daha geniş Müslüman nüfusa şiddet içermeyen bir felsefeyi teşvik etti. Bu çelişki yoluyla, meşru cihad terörizm olarak markalanırken, gerçek İslami direniş meşruiyetini yitirdi.

Düşmanlar silahlı cihadın —sorumlu bir şekilde, bilgiyle ve İslam hukuku çerçevesinde yürütüldüğünde— bağımsızlığa ulaşmak ve gerçek İslam yönetimini kurmak için en güçlü araç olmaya devam ettiğini anladılar. Dolayısıyla kitleler arasında pasifizmi teşvik etmek, İslam direnişini içeriden zayıflatma gibi daha geniş hedeflerine hizmet etti.

7. “Medeni” ve “Modern” İslam: İmanı Sekülerleştirmek

Dini siyasetten ayırma fikri, hristiyanlığın yozlaşmış bir versiyonunun yönetimle bağdaşmadığı düşünülen Rönesans sonrası Avrupa’dan kaynaklanmaktadır. Bu; Batının kendisi için yanlış bir seçimiyken, manevi ve siyasi yaşamı özünde bütünleştiren İslam’da asla yeri yoktur.

Ne yazık ki Batı ideolojilerinden etkilenen bazı Müslüman liderler, bu seküler dünya görüşünü içselleştirdiler. İslam yönetimini Batı tarzı cumhuriyetçiliğe, varsayımsal seçimlere ve sivil milliyetçiliğe dayalı, modası geçmiş ve yerleşik rejimlere dönüştürmek istediler. Bu modeller ise İslam öğretilerine yerleşmiş bütünsel ve İlahi rehberlikli siyasi felsefeyle temelden çelişmektedir.

Batı’nın övdüğü bu “Modern Müslümanlar” genellikle bu laik paradigmaları taklit edenlerdir; demokratik kurumları biçimsel olarak benimserler, ancak onları İslami özlerinden arındırırlar. Bu arada, ilahi yasa ve adalet ilkelerine dayanan gerçek İslami sistemler de aşırı olarak etiketlenir ve dışlanır.

Exit mobile version