Ortadoğu, geleneksel çatışmaların ötesine geçen önemli değişimlere tanık oluyor ve bu değişimler bölgesel nüfuz haritasını yeniden çizebilir. Bu değişimlerin eşiğinde, medya ekranlarında ve resmi devlet komisyonlarında “ortak yönetim” gibi yeni terimler öne çıktı.
Bu sadece bir terim değil, aynı zamanda önemli stratejik bir fikirdir.
Bu fikre göre bölgenin, işlerinin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Türkiye, İran ve Mısır gibi belirgin bölgesel güçler tarafından ve çoğunlukla Rusya ve Çin’in desteğini taşıyan koordineli bir ortaklık modeliyle yönetildiği yeni bir düzene doğru ilerlediği varsayılıyor; İsrail varlığı ise yönetici değil, bağımlı bir konuma çekiliyor.
Ancak soru şu: Bu fikir gerçekçi mi? Onu ne destekliyor? Onu başarısız kılabilecek engeller neler? Ve en önemlisi: İslam ümmeti, perde arkasında alınan kararların sadece bir uygulanıcısı olmak yerine, onlardan nasıl fayda elde edebilir?
Fikrin Temelleri: Ortadoğu Yeni Bir Sisteme mi Yöneliyor?
“Ortak yönetim” teorisini destekleyen, aşağıdakiler de dahil olmak üzere çeşitli emareler bulunuyor:
1. Bölgesel Rakiplerin Yakınlaşması: Son yıllarda Suudi Arabistan ve İran’ın yakınlaşması, Çin’in aracı olarak devreye girmesi, Türkiye ve Mısır arasındaki ilişkilerin düzelmesi gibi ani ve beklenmedik dönüşümler gördük. Bu, gerilimi azaltma ve stratejik ortaklıklara girme arzusuna işaret ediyor.
2. Amerikan Nüfuzunun Gerilemesi: Washington’ın kademeli çekilme politikası ve Çin ile Rusya’ya odaklanması, bölgesel aktörlere önceliklerini yeniden düzenlemek ve bağımsız ittifaklar kurmak için alan verdi.
3. Rusya ve Çin’in Artan Rolü: BRICS mekanizmaları veya “Kuşak – Yol Projesi” girişimleri aracılığıyla olsun, Batı’nın geleneksel hakimiyetini azaltan yeni bir ekonomik-güvenlik çerçevesi kurma çabaları bulunuyor.
4. Güvenlik ve Ekonomik İşbirliğinin Artması: Bölgeyi yeni ticaret yollarına bağlayan büyük projeler, bölgesel rolleri yeniden dağıtıyor ve istikrarı güçlendiriyor.
5. İsrail’in Konumunu Yeniden Düzenleme Çabası: İsrail’in hareketleri, saldırganlık politikalarını sürdürmesi ve hassas bölgelerde nüfuzunu genişletme girişimleri, Batı’nın geleneksel müttefiki olarak konumunu kaybedebileceğinin farkında olduğunu ve bölgesel manzara değişmeden önce sahada yeni realiteler dayatmayı hedeflediğini gösteriyor.
Bu Fikrin Karşı Karşıya Olduğu Engeller ve Zorluklar: Bu Teori Neden Pratikte Gerçekleşmeyebilir?
Önceki göstergelerle birlikte, onu istikrarlı bir gerçeğe dönüştürmeyi önleyebilecek engeller de var:
1. Bölgesel Güçler Arasındaki Jeopolitik Rekabet: Ortak çıkarlara rağmen, İran ve Suudi Arabistan arasında, Türkiye ve Mısır arasında henüz çözülmemiş ve Suriye, Yemen, Libya, Irak ve Sudan’daki çatışma alanlarında ortaya çıkan derin anlaşmazlıklar var.
2. Birleşik Kurumsal Bir Çerçevenin Yokluğu: Şu ana kadar iş birliğini kalıcı bir sisteme dönüştürmek için Avrupa Birliği’ne benzeyen net bir organizasyonel yapı yok; örneğin BRICS hala merkezi olmayan bir ittifak olarak duruyor.
3. Batı Nüfuzunun Devam Etmesi: Göreceli gerilemesine rağmen, Batı’nın halen onun sistemine aykırı projeleri engelleyebilecek askeri üsler, ekonomik ve diplomatik nüfuz gibi güç araçları var.
4. İsrail’in Tutumu: Onun hakim bir oyuncudan bağımlı bir konuma kolayca dönüşmesini hayal etmek zor; stratejik nüfuzunu azaltan herhangi bir sisteme direnecektir.
5. Bazı Bölgesel Devletlerde İç Zayıflık: Bölgedeki birçok büyük güç, sürdürülebilir bir bölgesel rol oynama kabiliyetini sınırlayan iç ekonomik ve siyasi krizlerden muzdarip halde bulunuyor.
Ümmet Bu Dönüşümden Nasıl Yararlanabilir?
“Ortak yönetim” gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin; en önemlisi, İslam ümmetinin, sadece bir uygulanıcı olarak kalmak yerine fayda sağlamak için bir vizyona ve stratejiye sahip olmasıdır. Önerilen odak noktaları şunlardır:
1. Stratejik Bilinç İnşası: Ümmetin nüfuz yollarını anlaması ve onlara bilinçli bir akılla hazırlanması için jeopolitik çalışmaların ve analizlerin güçlendirilmesi şarttır.
2. Ekonomik Gücün Güçlendirilmesi: İslam ülkeleri kendi aralarında gerçek bir ekonomik iş birliği geliştirmeli ve dış güçlere bağımlılığı azaltmalıdır.
3. Teknolojik ve Endüstriyel Bağımsızlık Projelerinin Desteklenmesi: Fiili egemenlikten bahsediliyorsa, bağımlılığımızı azaltan üretim ve teknolojik kapasiteye sahip olmak şarttır.
4. Umutsuzluk ve Teslimiyetle Mücadele: Çaresizlik duygusu, girişimci bir düşünceyle değiştirilmelidir; tarih sadece değişimleri gözlemleyenleri değil, kararı yapanları ödüllendirir.
5. Mutlak Uçlardan Uzak Durma: Sonuçlara siyah veya beyaz olarak bakmayalım, bilakis ümmetin yüksek çıkarları lehine yatırım yapılabilecek kısmi fırsatlar arayalım.
Olası Senaryolar ve Ümmet İçin Uygun Alternatifler
Birkaç olası yol ile karşı karşıyayız:
Eğer “ortak yönetim” teorisi somutlaşırsa ümmet, ortaklığın yeni bir bölgesel emperyalizm biçimine dönüşmemesi için buna dikkatle girmelidir.
Eğer başarısız olursa ve Batı’nın hakimiyeti devam ederse çözüm, İslam ülkelerinin bağımsız ekonomik ve siyasi boyuta sahip güçlü ittifaklar kurmak için çalışmasıdır.
Eğer İsrail, devletleri içeriden parçalayarak nüfuz dayatmaya çalışırsa bununla yüzleşmek tüm bölgesel devletlerin ve ulusal örgütlerin önceliği olmalıdır.
Sonuç: Neticeyi Beklemeyiz, Onu Şekillendiririz.
Bölgesel değişimler kaçınılmaz bir kader değil, güçlerin etkileşiminin sonucudur; ve nihai rota, bilince, iradeye ve eylem gücüne sahip olan tarafından belirlenir.
O an büyük bir zorluk olabilir, ancak aynı zamanda ümmetin uluslararası sistemdeki konumunu yeniden şekillendirmek için altın bir fırsattır. Ancak bu, net bir plan, sürekli çalışma ve sadece tepki vermekle yetinmeyip kararı üreten bilinçli bir liderlik ile gerçekleşebilir.
















































