Tarihin Sayfaları: Osmanlı Devleti Bölüm 1

Haris Ubeyde

Osmanlı Devleti’nin siyasi, sosyal, kültürel ve ilmi tarihi, İslam dünyası için değerli bir kayıt niteliğindedir. Tarih, toplumların gerilemeden kurtulup refaha ermesine yardımcı olabilecek geçmiş deneyimlerden dersler sunar. Tarih, geçmişin bir anlatısıdır ve herkes bunu gereği gibi dile getiremez. Tarihi olayları ele almak, tarihsel metodolojinin yanı sıra modern gazetecilik ilkelerinin de bilinmesini gerektirir.

Tarihi vakıalarda olayların ortaya çıkışını, her olgunun tarihsel yörüngesini ve günümüzdeki pratik uygulamaları anlamak çok önemlidir. Tarih, geçmiş deneyimlerden görüler sunarak ilerlemeyi değerlendirmemize ve gelecek için stratejiler formüle etmemize olanak tanır. Bu makale dizimiz de tarihi olarak Osmanlı Devleti’nde İslami liderlerin kim olduğunu, devletlerini nasıl yönettiklerini, lider seçmek için kullandıkları kriterleri, başarılarını, zorluklarını ve liderliğin temel niteliklerini anlatıyor.

Osmanlı Devleti liderlerinin birçoğu adaleti savunmuş, empati göstermiş, halkına karşı güçlü bir görev ve sorumluluk duygusu taşımış, entelektüel ve toplumsal gelişime katkıda bulunmuş liderlerdir.

Adaletten yoksun bir toplum çok sayıda sosyal ve insani zorlukla karşı karşıya kalır. İslam dünyasında, insan etkileşimleri adalet ve nezaket ilkelerine dayanmaktadır. Adalet uyumu besler, sosyal bağları güçlendirir ve şefkati teşvik eder. Nitekim Kuran şöyle emreder:

“Şüphesiz Allâh adaleti ve ihsanı emreder.” (Nahl Suresi 90)

Bu ayette ihsan, adaletin yanında anılarak önemini vurgulamaktadır. İnsanlara nezaket ve iyilikle davranmak ihsandandır ve ilişkileri güçlendirip birlik ruhunu besler. Toplumda adalet hakim olduğunda, toplumsal huzursuzluk azalır, ilişkiler gelişir ve istikrarlı bir yapı ortaya çıkar.

Adalet denge ve eşitliği temsil ediyorsa ve ihsan da nezaket, şefkat ve cömertliği yansıtıyorsa, o zaman her ikisi de toplumsal ilerleme için gereklidir. Osmanlı bu değerlerin eylem halinde sayısız örneğini sunar. Çünkü insancıl ve adil bir toplum, empati ve kardeşliğin gelişebileceği bir ortam teşkil eder.

1. Türklerin Soyu ve Orijinal Anavatanı:

Günümüzde Türkistan olarak bilinen Maveraünnehir; doğuda Moğolistan’a ve kuzey Çin dağlarına, batıda Hazar Denizi’ne güneyde ise Hint alt kıtası ile İran’a kadar uzanır. Bu bölge Türkler olarak bilinen büyük kabilelerin yaşadığı Oğuz boylarının anavatanıdır.

MS 6. yüzyılın sonlarında, bu kabileler anavatanlarını terk ederek gruplar halinde Küçük Asya’ya göç ettiler. Tarihçiler bu göçü çeşitli faktörlere bağlar. Bazı akademisyenler, ekonomik zorlukların, sert iklimlerin ve nüfus baskılarının onları daha iyi otlaklar ve gelişmiş yaşam koşulları aramaya zorladığını savunur. Bazıları ise bu göçü siyasi motivasyonların yönlendirdiğini öne sürer. Dr. Abdullatîf Abdullah bin Dahiş’e göre ise Türkler, güçleri ve sayıları kendilerininkinden fazla olan Moğollar gibi zorlu kabilelerle çatışmalar yaşamışlar, bu düşmanlıklardan kaçınmak için de Türkistan’dan ayrılıp uyum içinde yaşayabilecekleri daha güvenli bölgelere taşınmışlardır.

Türkler Moğol saldırganlığından kaçınmak için batıya göç etmişler ve sonunda geçim kaynaklarını kurdukları Gorgan ve Taberistan’a ulaşmadan önce Amu Nehri yakınlarına yerleşmişlerdir. Bu göç yoluyla, Pers’teki Sasani İmparatorluğu’nun çöküşünün ardından Müslüman yönetimi altına giren İslam topraklarıyla yakın temas kurmuşlardır.

Exit mobile version