Kısas kanunu, insan fıtratının Yaratıcısı tarafından konulmuş ilahi ve son derece hikmetli bir sistemdir. O, Kuran-ı Kerim’in toplum için bir koruma ve hayatı muhafaza etme aracı olarak tarif ettiği İslam ceza hukukunun merkezi hükümleri arasında yer alır. Amacı, başıboş şiddeti dizginlemek, kişisel kan davalarına son vermek ve suçluların masum kanını cezasız kalacak şekilde akıtmalarını önlemektir.
Bu kanun, bireysel hakların saygı gördüğü ve karşılıklı sorumlulukların yerine getirildiği sağlıklı, istikrarlı ve barışçıl bir toplum yetiştirmeyi hedefler. Kısas, toplumsal hayatın temel esaslarını, bunların başında da insan hayatının dokunulmazlığını korumak için Allah tarafından vahyedilmiş bir hükümdür.
Allah Azze ve Celle, insan kanını son derece kutsal kılmıştır. Veda Hutbesi’nde Allah Resulü (sallallahu aleyhi ve sellem), kişinin canının, malının ve ırzının, Kabe’nin dokunulmazlığı gibi dokunulmaz olduğunu ilan etmiştir.
Genel olarak, öldürme iki kategoride ele alınır: Kasten adam öldürme ve hataen adam öldürme; fakihler, ikincisini de çeşitli alt türlere ayırırlar. Kasten cinayet, bir kişinin kasıtlı ve bilinçli olarak bir cana kıymasıdır. Hataen öldürme ise kasıt olmaksızın, yanlışlıkla ölümün meydana geldiği durumlardır.
Kasten cinayet durumlarında, İslam hukuku failin, kurbanına verdiği zararın aynısıyla cezalandırılmasını öngörür ki bu kısastır. Tarih boyunca insan toplumlarının çoğu, bu prensibin bir şekline bağlı kalmıştır. Tarihsel tecrübe göstermektedir ki kısasın uygulandığı her yerde hayatın dokunulmazlığı korunmuştur.
Göz ardı edildiği her yerde ise insan kanı sudan daha değersiz hale gelmiş, düzensizlik, zulüm ve sınırsız öldürmelerin önü açılmıştır.
Bu tür bir kaosu durdurmak için Allah, hayatı korumanın bir aracı olarak kısas hükmünü vahyetmiştir. Dil açısından kısas, bir eylemi takip etme veya ona denk gelme fikrini taşır. İslam fıkhında ise suçluya verdiği zararın aynı seviyesinin uygulanması anlamına gelir.
Kısas, nesiller boyu muhafaza edilmiş dünyanın en eski hukuk prensiplerinden biridir. Cahiliye Arapları, İslam’dan önce yıkıcı bir geleneği takip ediyordu: Kabilelerinden biri öldürüldüğünde, katilin kabilesinden birkaç kişiyi öldürerek misilleme yaparlar, bazen tek bir hayatın intikamı için tüm bir aşireti yok ederlerdi. Bu, sonu gelmez kin döngülerini ve kabileler arası savaşları körüklüyordu. İşte böyle bir ortamda Allah, adalet üzerine kurulu bir hüküm vahyetti.
İslam, misillemeyi kişisel intikam alanından çıkarıp hukuki ve yargısal bir yapı içine yerleştirdi.
İslam, insanların intikam bahanesiyle sokaklarda birbirlerini öldürmelerine izin vermemiştir. Bunun yerine, can ve ölüm meselelerini hakimlere, mahkemelere ve bir adalet çerçevesine emanet etmiştir. Din, bir kişinin suçu yüzünden düzinelerce insanın öldürüldüğü bozuk kabile uygulamalarını ortadan kaldırdı. Allah, Maide Suresi 45. ayette şöyle buyurur:
“Biz, onlara, o Tevrat’ta: Cana can, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş ve yaralamalara karşı misliyle karşılık olmak üzere kısas yazdık. Her kim de sadaka olarak onu bağışlarsa, bu kendisi için günahlara bir keffarettir.”
Anlam açıktır: Bir cana karşılık bir can, bir göze karşılık bir göz, bir yaraya karşılık bir yara. Kim affetmeyi seçerse karşılığında ilahi bağışlanmayı hak eder.
Bir kişinin yakını öldürüldüğünde İslam, misillemenin sadece katilin kendisinden talep edilebileceğini, ailesinden veya kabilesinden olmadığını öğretir. Kısas öylesine dengeli ve adil bir sistemdir ki hiçbir alternatif kanun, mağdur ailelerinin haklarını tatmin etme, adaleti ayakta tutma ve suçlunun sorumluluktan kaçmamasını eşit ölçüde sağlama konusunda başarılı olamamıştır.
Kısas, güçlü bir caydırıcı işlevi görür, bireyleri cinayet işlemeye cüret etmekten alıkoyar ve toplumu kan dökülmesinden korur. İslam, tüm hükümlerinde, onların arkasındaki derin hikmeti göz önünde bulundurur. Can ve ölüm meselelerinde mağdurun mirasçılarının haklarını mutlak adaletle gözetir.
Allah, kısasın mantığını Bakara Suresi 179. ayette şöyle özetler:
“Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki sakınırsınız.”
Kısasın amacı bu uğurda öldürmek değildir. Amacı hayatı korumak, toplumu muhafaza etmek ve hem bireylerin hem de toplulukların güvenliğini sağlamaktır.
Bazı insanlar, kısasın bir can almayı içerdiğini ve gerçek merhametin her canı bağışlamayı gerektirdiğini iddia eder. Ancak her türlü yumuşaklık, gerçek merhamet değildir. Bir katil için müsamaha göstermek, gerçekte masuma karşı bir zulümdür. Bir katil serbest bırakılırsa daha fazla kan dökebilir, cinayet döngüsünü sürdürebilir. Bu nedenle kısas, insanlara karşı bir şefkat eylemidir, bir zulüm biçimi değildir. Bir katilin idam edilmesi birçok masum hayatı kurtarabilir. O, hayatın imhası değil, hayatın muhafazasıdır.
Sağlıklı bir toplum, dinin, canın, malın, ırzın, aklın ve diğer temel hakların korunması üzerine oturur. Alimler ve fakihler uzun zamandır bunları toplumsal düzenin temel unsurları olarak görmüştür. İslami cezaların rolü, hem dini hem de sosyal hayatı korumaktır. Bu, insanların ahlaki bütünlükleri gereği zararlı eylemlerden kaçınmalarıyla veya gerektiğinde adil cezadan korkmalarıyla sağlanır.
Afganistan İslam Emirliği (IEA), ülkede, İslam hukukunu uygulamaktan sorumlu yönetim otoritesi olarak haksız öldürmeleri önleme, zalim katilleri dizginleme ve yasal şartlar yerine geldiğinde caydırıcı olarak kısası uygulama dini görevini taşımaktadır. Allah’a hamdolsun, son yıllarda birkaç vilayette kısas uygulanmıştır ve bugün Host vilayetinde bir katil hakkında meşru kısas hükmü yerine getirilmiştir.
Burada tekrarlanan bir iddiaya değinmek gerekmektedir. Başta DAEŞ ve diğer Harici gruplar olmak üzere bazı gruplar, IEA’nın, uluslararası baskı nedeniyle hadleri ve kısası uygulamaktan kaçındığı yönünde asılsız iddialar yaymaktadır. Bugünkü kısas uygulaması, bu uydurmaları açıkça yalanlamaktadır. IEA liderliği, özellikle yargı organları, hiçbir dış baskıya boyun eğmemekte ve tehditler veya siyasi talepler nedeniyle İslami cezalardan asla vazgeçmeyecektir.
Aynı zamanda şu anlaşılmalıdır ki İslam hukuku hadlerin ve kısasın uygulanması için kesin ve titiz şartlar ortaya koyuyor. Çoğu zaman bu şartlar tam olarak gerçekleşmiyor; bu nedenle de pek çok durumda kısas uygulanmıyor. İslam hukuku, suçun ya Şer’i bir mahkeme önünde baskı olmaksızın gönüllü bir itiraf ile ya da tüm yasal gereklilikleri yerine getiren iki adil şahidin şahitliği ile sabit olmasını gerektirir.
Bu tür ispat standartları kolayca karşılanmıyor ve sadece az sayıda dava, kısasın uygulanması için gerekli tüm şartları sağlıyor.
Dahası, “şüphe durumlarında hadler düşer” fıkhi prensibi geçerlidir. En küçük bir şüphe dahi hadlerin veya kısasın uygulanmasını engeller. Bir hüküm bir can almayı sonuçlandırabilecekse aşırı derecede ihtiyatlı olmak gerekir. Bu, kısas davalarının nispeten az olmasının sebeplerinden biridir.
Bir diğer faktör de Afganistan’ın derin geleneklere dayalı sosyal dokusudur. Yaşlıların, dini alimlerin ve saygın toplum figürlerinin arabuluculuğuyla mağdurun ailesi çoğu zaman affetmeyi seçmektedir. Bu yaygın sulh uygulaması, kısas hükümlerinin sayısını önemli ölçüde azaltmaktadır.
Sonuç olarak, IEA’nın uluslararası baskılara boyun eğdiği veya dünyevi çıkarlar için İslami cezalara bağlılığını gevşettiği iddiasında hiçbir doğruluk payı yoktur. IEA, İslami sorumluluklarını yerine getirmede kararlı durmaktadır ve yerleşik Şer’i ilkelere uygun olarak hadleri ve kısası uygulamaya devam edecektir.
















































