Siyaset, özünde karmaşık küresel güçler dizisi arasında değerleri ve çıkarları koruma sanatıdır. Siyasi bir sistem, ancak bu sanatın sağlam bir şekilde kavranmasıyla kimlik iddia edebilir, bağımsızlığını koruyabilir ve çok sayıda rekabetçi siyasi düzen arasında ilişki düzeyini koruyabilir. Bu bağlamda dış politika bir devletin siyasi mimarisinin hayati bir dayanağı olarak ortaya çıkar. Sadece dış angajman için bir araç değil, aynı zamanda ulusların hayatta kalması, güvenliği ve istikrarıyla doğrudan bağlantılı stratejik bir zorunluluktur. Günümüz dünyasında, dış politika hem ikili hem de çok taraflı diplomatik arenalarda merkezi bir konuma sahiptir.
İlahi ve ebedi bir sistem olarak İslam, vahiyde kök salmış ve Peygamberimiz Muhammed’in (S.A.V.) davranışlarında örneklenen kapsamlı ve ilkeli bir dış politika çerçevesi sunmuştur. Bu çerçevenin temelleri, dış güçlerle ve komşu devletlerle etkileşimler yoluyla atılmıştır. Kuran, İslam’ın dış politikasının ilkelerinin türetildiği geniş siyasi direktifleri ana hatlarıyla belirtir. Bu ilkeler temel varsayımlara dayanır ve bunların herhangi bir şekilde ihmal edilmesi, İslam dış politika çerçevesini eksik kılar.
Bunların en başında İslam’da din ve siyasetin ayrılmazlığı gelir. Hristiyanlık ve laik yönetimi savunan diğer bazı ideolojilerin aksine İslam doğası gereği politik ve manevidir. Kuran’ın dünya görüşü, yönetimi ve ibadeti bütünleştirir ve dini ve politik alanlar arasındaki ayrımı savunulamaz kılar. Bu nedenle İslam dış politikasına laik bir bakış açısıyla yaklaşılamaz; doğası gereği İslam inancının değerlerine ve hedeflerine bağlıdır.
İslam dış politikası aynı zamanda evrenselliği ve zamansızlığıyla da öne çıkar. Temel ilkeleri Peygamberimiz Muhammed (SAV), onun asil yoldaşları ve raşid halifeleri tarafından örneklendirilmiş olsa da, tek bir tarihsel bağlamla sınırlı değildir.
İslam, tüm çağlarda ve siyasi iklimlerde geçerli kalıcı ilkeler ve pozisyonlar sunar. Uluslararası angajman ve küresel düzen konusunda net bir rehberlikle donatılmış, her zaman için geçerli bir dindir.
İslam dış politikasını oluşturan ilkeler, İslam devletinin dış ilişkilerinin etik ve stratejik çerçevesini oluşturur. Bunun temeli ise şunlardır:
– Davet ve Cihad
– İslam Onurunun Korunması
– Anlaşmalara ve Dini Politikalara Bağlılık
– Kalplerin kazanımı
– Vela-Bera
– İyiliği Emretme
Bu ilkeler toplu olarak İslam devletinin egemenliğini, onurunu ve dini misyonunu savunurken daha geniş dünyayla adil ve amaçlı bir etkileşim sağlamayı amaçlar.
Kalplerin uzlaştırılması/kazanımı ilkesi, modern İslam diplomasisinde de özel bir öneme sahiptir. İnsani yardım ve ekonomik destek yoluyla İslam devletleri, Müslüman olmayan toplumlar arasında düşmanlık azaltılabilir ve iyi niyet oluşturulabilir. Bu ilke, Peygamberimiz (s.a.v.)’in zekat paylarını yeni din değiştirmiş kabile liderlerine ve nüfuzlu müttefiklere uyum sağlamaları ve düşmanlıklarının azaltılması için tahsis ettiği, Taif Savaşı’ndan sonra canlı bir örneğinin de gösterildiği bir ilkedir.
Aynı derecede hayati olan, davet ve cihad da ikiz ilkelerdir. Bunlar, İslam’ın dış angajmanının aktif ve savunmacı boyutlarını temsil eder. Davet, başkalarını barışçıl bir şekilde İslam’a davet etmeyi amaçlarken, cihad İslami mesajı korumak ve Müslümanların çıkarlarını güvence altına almak için bir mekanizma görevi görür. Bu ilkeler çelişkili değil, tamamlayıcıdır. Bunlardan herhangi birine özel bir vurgu yapmak dengesizliğe yol açar – güç olmadan davet sarsılabilir ve davet olmadan cihadın ahlaki yönü kaybedilebilir. Peygamber (s.a.v.) bu dengeyi korumuş, önce krallara ve imparatorlara İslam mesajıyla elçiler göndermiş ve ancak bu tür barışçıl girişimler reddedildiğinde cihada başvurmuştur. Nitekim Allâh’ın kulu aracılığınla tek bir canı hidayete erdirmesi, dünyevi şeylerden çok daha kıymetlidir.
İslam dış politikasının bir diğer temel taşı da antlaşmalara uyma zorunluluğudur. Kuran, antlaşmaların kutsallığını vurgular ve İslam devleti, İslam ümmetinin dini, siyasi veya askeri özerkliğini tehlikeye atmadıkları sürece uluslararası taahhütlerini yerine getirmekle yükümlüdür. İslam, gayrimüslimlerin İslam toplumları üzerinde askeri, siyasi, ekonomik veya kültürel olarak hiçbir şekilde hakimiyet kurmasını kolaylaştıran antlaşmaları onaylamaz. Bu, kâfirlerin Müslümanlar üzerinde üstünlük iddia etmesini sağlayan her türlü yolun engellenmesini emreden ilkesinde özetlenmiştir.
Bu çerçevenin ayrılmaz bir parçası, İslami onurunun korunmasıdır. İslam’ın onurunu, otoritesini veya ayrıcalığını baltalayan dış politikalar kesinlikle kabul edilemezdir. İslam, diğer dinlere üstünlüğünün Kuran’da açıkça teyit edildiği ilahi olarak vahyedilmiş ve eksiksiz bir sistemdir: “Şüphesiz Allâh katında din İslam’dır” (Âl-i İmrân 3:19) ve “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, o kendisinden asla kabul edilmeyecektir” (Âl-i İmrân 3:85).
Sonuç olarak hiçbir İslami dış politika bu temel inançla çelişemez veya onu zayıflatamaz.
Çok sayıda Müslüman olmayan ülke ve onlara bağlı çerçeveler, cihadı İslami dış politikanın temel ilkelerinden dışlamaya çalışmış, sıklıkla onu yeniden çerçevelemeye veya bastırmaya çalışmıştır. Yine de cihad, İslami dış politika çerçevesinin gücü, tutarlılığı ve korunması için ayrılmaz bir unsur olarak kalmaya devam etmektedir.
Özetle, İslami dış politika yalnızca taktiksel veya diplomatik bir gündem değildir; vahiyde kök salmış ve tarihi emsallerle güçlendirilmiş ilkeli, İlahi olarak yönlendirilmiş bir çerçevedir. Sadece Müslüman çıkarlarını korumayı değil, aynı zamanda adaleti desteklemeyi, gerçeği iletmeyi ve zaman ve mekanda İslami mesajın kutsallığını korumayı amaçlar. İslam ülkeleri ancak bu İlahi ilkelere bağlı kalarak onurlarını koruyabilir, küresel sorumluluklarını yerine getirebilir ve taviz vermeden mukaddes amaçlarına sadık kalabilirler.
















































