İslam Dünyası ve Tekfir Fitnesi!

Yazan: Numan Said

İslam dünyası tarihinde, Müslümanları tekfir etme ve bu tekfire dayanarak savaşlar açma ve Müslümanları öldürme meselesi yeni bir şey değildir; bilakis bu, örneğini Müminlerin Emiri Hazreti Ali’ye (r) isyan edip tekfirde bulunarak Müslümanları katletmeleriyle bilinen Haricilerin çıkışını örnek verebileceğimiz eski bir zincirdir.

Bu Hariciler, sadece Hazreti Ali ile Muaviye arasındaki sulh hükmünü ve üçüncü bir hakemi kabul etmeyi caiz görmeyip aksine büyük günah işleyenleri ve Müslümanların çoğunluğunu irtidadla (dinden dönmekle) itham ederek onları öldürmeyi vacip gördüler ve bunda Kuran-ı Kerim’in zahirine değil, kendi öznel ve metinden kopuk tefsirlerine dayandılar.

Haricilerin Kuran okumaya o kadar düşkünlükleri vardı ki Sahabe dönemi insanları onlara “Kurra fırkası” lakabını takmıştı. Basra’yı ele geçirip yaklaşık altı bin insanı öldürdüler ve bu olay, daha sonra “Basra Fitnesi” olarak anıldı. Daha sonra meşhur Harici liderlerinden Dahhak de Kufe’yi istila etti ve oradaki Camiu’l-Mescid’e kılıcını sallayarak girdi ve halka, “küfürlerinden” tevbe etmek için teker teker önünde durmalarını, aksi takdirde Basra’da yaptığı gibi onları öldüreceğini bildirdi; İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin (r) hikmeti ve sabrı olmasaydı, Dahhak’ın projesini boşa çıkarıp felaketi önlemeseydi, Basra katliamını Kufe’de de tekrarlamak istiyordu.

Bu olayın detayını Mevlana Münzir Ahsen Geylani (rh) “İmam-ı Azam’ın Siyasi Hayatı” kitabında zikreder; kısaca şöyle anlatır: İmam, mescide çıkıp Dahhak’ın karşısında durdu ve ona, “Kufe halkını öldürme emrini neden verdin?” diye sordu. Dahhak, “çünkü onlar mürted oldular ve mürtedin öldürülmesi gerekir” dedi. İmam şu cevabı verdi: “Mürted, dinini terk edip başka bir dine mensup olandır. Halbuki Kufe halkı, doğdukları akide üzeredirler ve onu değiştirmemişlerdir. Öyleyse onlara nasıl irtidad hükmü veriyorsun?” İmam’ın sözü Dahhak’ın kalbine işledi ve “biz yanıldık” sözüyle itirafta bulundu, kılıcını indirdi ve adamlarına da kılıçlarını indirmelerini emretti. Böylece Kufe halkı, Haricilerin katliamından kurtuldu. Bu olay, tekfir ve katliam pazarının kaynadığı bir zamanda yaşandı ve bu, tarihimizin acı evrelerinden biridir.

Bugün bu tekfirci düşüncenin yeni bir dalgasının İslam dünyasının birçok hassas bölgesini kapladığını ve onun İslam düşmanı güçler tarafından organize bir metotla istismar edildiğini görüyoruz. Durum, ümmetin alimlerini ve düşünürlerini şaşkına çevirecek bir seviyeye ulaştı; öyle ki müminler artık her yerde bu düşüncenin şerrine karşı fikri güvence hissedemiyorlar.

Çağdaş Hariciler ve “fesat avcıları” onlarca yıl önce Cezayir’de ortaya çıktı; burada “İslami Kurtuluş Cephesi” adıyla siyasi bir cephe kurdular ve bayrakları altında çeşitli İslami hareketler birleşti. Bu cephe, seçimlerin ilk turunda oyların yaklaşık yüzde seksenini alarak kazandı, bu da küresel seküler güçleri şaşkına çevirdi ve bu yükselişi engellemek için derhal tedbirler almaya giriştiler. Böylece seçimler askıya alındı ve ordu yönetime el koydu.

Sonrasında, İslami hareketleri zayıflatma ve tasfiye etme kampanyası başladı; bu da Harici bir düşünce meydana getirmek gibi strateji ve komplolarla eşzamanlı yürütüldü; böylece hareketler arasında parçalanma sağlanacak ve içeriden caydırılacaklardı. Maalesef bu komplo başarılı oldu ve on yıl içinde (nakledildiği üzere) yaklaşık yüz bin masum Müslümanın öldürülmesiyle sonuçlandı.

Acı olan bir diğer şey de araştırma kurumları ve uluslararası alimlerin, ümmetin gençlerinin bunlardan ders alması ve bu tür komplolara karşı bilinçli olması için Cezayir katliamları hakkında belgesel raporlar hazırlanmasını defalarca talep etmeleri fakat maalesef ümmette araştırma ve belgeleme zevki o kadar azaldı ki çalışma ve raporların yokluğu, ümmete nesillerce mal olan cehaletin devamına bir sebep teşkil etmesidir.

Cezayir’den sonra aynı tecrübe Mısır, Suriye, Irak ve diğer yerlerde tekrarlandı ve hükümet zulmüne protesto olarak ortaya çıkan grupların nasıl tekfir ve savaş mantığına sürüklendiğini ve Hariciler tarafından fikren beslenmiş olduğunu gördük.

Afganistan için de benzer bir plan vardı, fakat elhamdülillah İslam Emirliği birçok yönden güçlü adımlar attı ve bu adımlar karmaşık durumları kendi lehine yönetmesini sağladı. Bunlardan bazıları şunlardır:
1- Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat ile uyumlu olmayan tüm fikri, ıslahi, medeni ve sosyal projeleri iptal etmek.
2- Tüm büyük ve küçük grupları, teşkilatları ve hareketleri kontrol altına almak ve denetlemek.
3- Ülke genelinde fıkhi ve mezhebi birliği tesis etmek (Hanefi mezhebinin fıkıh ölçüsü olarak kabul edilmesi).
4- Haricilerin düşüncesini, itikadlarını ve tarihini açıklığa kavuşturmak.
5- Onlara karşı disiplinli ve etkili operasyonlar icra etmek.
6- Alimlerin, Haricilerin tüm kolları hakkında tanımlama ve fetva yayınlamalarını sağlamak.

Elhamdülillah bugün bir İslam devletine sahibiz ve durum birçok çevreden daha iyi bir halde; vasıtalar, fırsatlar ve kapasiteler mevcut ve imkanlar gün geçtikçe artıyor. Bu nedenle bağırma, ağıt yakma ve özlem duyma zamanı geçmiştir; yan tartışmaların ve boş münakaşaların zamanı da sona ermiştir. Artık sıra, yazarların, alimlerin ve araştırma kurumlarının araştırarak, belgeleyerek ve ince ince eleyerek görevlerini yapma zamanıdır; ta ki bu fitneler kayıt altına alınsın, belgelensin ve bu komplolarla yüzleşecek, ümmeti koruyup gelecek nesillerini bu fitnenin şerrinden muhafaza edecek fikirsel koruyucu cepheler inşa edilsin.

Exit mobile version