İnsanlık İçin Dersler: Peygamberimiz Muhammed sallAllâhu aleyhi ve sellem’in Savaşları: Bölüm 15

Ebu Reyyan Hamidi

 

Bedir Savaşı’ndan alınacak derslere devam ederek şimdi birkaç tefekkür noktasına dönüyoruz.

14. Tevazu ve Duanın Değeri
Bizler, Yüce Rabbin kullarıyız; O’nun tarafından yaratıldık ve hem kolaylıkta hem de zorlukta her daim O’nun yardımına muhtacız. Allah Resulü (s), zafer konusunda, Allah’ın kendisine zafer vaat etmesiyle güvenceye sahip olsa da; hatta Ashaba, kafirlerin liderlerinin düşeceği yerleri bile işaret etmişti, yine de bütün geceyi ellerini kaldırarak Rabbine zafer için tevazuyla dua ederek geçirdi.

Bu bize öğretiyor ki gerçek kulluk (ubudiyet), her durumda Allah’ın yardımını istemeyi gerektirir. İnsanlığın kendisi de tam olarak bu amaç için yaratılmıştır.

Allah’a kulluk, mahlukatın en şerefli vasfıdır. Allah Resulü (s), bu makamı, peygamberlikten daha üstün tutmuştur. Bu sebeple Ashabına şöyle talimat vermiştir: “Benim hakkımda ‘Allah’ın kulu ve elçisi’ deyin.”

Dahası, bir kulu, Yüce Allah’a en çok yakınlaştıran ve duaların kabul edilmesinin temeli de işte bu kulluk vasfıdır. Allah şöyle buyurur:
“Rabbinizden yardım istediğiniz zamanı hatırlayın, O da ‘Ben size ardı ardına bin melek ile yardım edeceğim’ diye cevap vermişti.” (Enfal Suresi 8:9)
Buna karşılık Ebu Cehil, kulluğu terk etti ve kibri benimsedi. Bu, ona, dünyada veya ahirette ne fayda sağladı? Gururla şöyle dedi: “Bedir’e yürüyeceğiz, develeri kesip halkı doyuracak, müzik ve eğlence toplantıları düzenleyeceğiz ki şanımız, Araplar arasında yayılsın.” Ancak onun kibri, Allah’ın nefret ettiği bir şey olduğu için paramparça oldu. Kibir, yalnızca Yüce Allah’a mahsustur ve onu taşımak başkaları için çok ağırdır. Tarih göstermiştir ki ne zaman kibir ve isyan, samimi kullukla yüzleşse galip gelen daima kulluk olmuştur; çünkü Allah, yardımını ona bahşeder.

15. Bedir’de Mucizelerin Tezahürü
Bedir Savaşı sırasında, Allah Resulü’ne (s), peygamberliğini tasdik eden mucizeler verildi. Bunların arasında, belirli kafirlerin öldürüleceği kesin noktaları işaret etmesi de vardı.
İlk bakışta bu, Peygamberlerin gayb bilgisine (ilm-i gayb) sahip olduğunu düşündürebilir. Gerçekte ise gaybı bilen yalnızca Allah’tır. Göklerde ve yerde O’ndan başka hiç kimse bunu bilemez. Allah şöyle buyurur:
“De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur. Ve onlar ne zaman diriltileceklerini de bilmezler.” (Neml Suresi 27:65)
Ve yine buyurur ki:
“Gaybın anahtarları O’nun yanındadır; onları O’ndan başkası bilmez. Karada ve denizde olan her şeyi de bilir.” (En’am Suresi, 6:59)
Bununla birlikte, Allah, peygamberliklerinin bir işareti ve onları mahlukatın geri kalanından ayıran bir mucize olarak seçilmiş elçilerine bazı gaybi meseleleri vahyeder. Allah şöyle buyurur:
“Allah, size, gaybı bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer.” (Al-i İmran Suresi 3:179)
Ve yine buyurur ki:
“O, gaybı bilendir ve O, gaybını hiç kimseye açmaz. Ancak seçtiği bir elçiye açar.” (Cin Suresi 72:26-27)

Kuran’ın kendisi de buna örnekler zikreder. Örneğin Hz. İsa (a.s.) hakkında Allah şöyle buyurur:
“Size, evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi haber veriyorum.” (Al-i İmran Suresi 3:49)

Bu bilgi, ona peygamberliğinin mucizevi bir işareti olarak vahyolunmuştur.
Aynı şekilde, Bedir Savaşı sırasında Allah, Allah Resulü’ne (s) Ümeyye b. Halef ve diğer Kureyş liderlerinin düşeceği kesin yerleri vahyetti. Savaş sona erdiğinde, olaylar onun önceden haber verdiği gibi aynen gerçekleşti.

Exit mobile version