Tarih Sayfalarından: Osmanlı Devleti Bölüm 7

Haris Ubeyde

 

İlim Sevgisi, Alçakgönüllülük ve Alimlere Saygı

Nizamülmülk, özellikle Hadis ilmi olmak üzere, ilme olan derin sevgisiyle meşhurdu. Yüksek rütbesine rağmen alçakgönüllülükle şöyle derdi:

“Hadis anlatmaya layık olmadığımı biliyorum, ancak Allâh Rasulü’nün (s.a.v.) sözlerini kaydedenler arasında sayılmayı arzu ediyorum.”

Kayşari bin Müslim bin Mihr bin Devar Ebu Hamid El-Zühri’den düzenli olarak Hadis dinlerdi ve dini ilimleri desteklemek için oldukça ihtimam gösterirdi. Kurduğu medreselerin Müslüman ümmetinin özlemlerini yerine getirmesi ve uyum ve adaleti teşvik etmesi onun içten arzusuydu.

Şafii fıkıhçılarından Ebu’l-Hasan Muhammed bin Ali El-Vasiti, Haçlılar ile Eş’ariyye arasında tırmanan çatışmayı çözmek için müdahale edilmesini isteyen birkaç şiir gönderdiğinde, Nizamülmülk derhal düzeni sağlamak için harekete geçti. Şiirde şöyle deniyordu;

“Ey Nizamülmülk! Bağdat’ın düzeni zayıfladı ve kırılgan hale geldi.
Orada ikamet eden evlatlarınız hor görülüp ezildi.
Kızlar diri diri gömüldü ve acımasızca katledildi,
Hayatta kalanlar ise ok yaraları taşıyor.
Ey İmanın Velisi! Bağdat’ta güvenli bir sığınak kalmadı.
Felaket şiddetli ve savaş bitmek bilmeden devam ediyor.
Eğer kılıcın bu çekişmenin kökünü kesmezse,
Kan dökülmesi tırmanacaktır.
Allâh medreseleri ve içindekileri korusun,
Ve mukaddes saydığın kutsal yerleri muhafaza etsin.”

Bu içten yalvarışa karşılık olarak Nizamülmülk, düzeni sağlamak ve anlaşmazlığı yatıştırmak için bölgeye hızla müdahale etmişti.

Nizamülmülk toplantılarını âlimler, hukukçular ve dindar kişilerle şereflendirirdi. Sorumluluklarının ağırlığına rağmen onlarla arkadaşlık ve sohbet etmekten hoşlanırdı. Birisi bu toplantıların onu idari görevlerinden uzaklaştırdığını söylediğinde ona şöyle cevap verirdi:

“Bu insanlar bu dünyanın ve ahiretin süsüdür. Onları başımın üstünde taşımak bile yetersiz kalırdı.”

Ebu’l-Kâsım el-Kuşeyrî ve Ebu’l-Me’ali el-Cüveynî gibi seçkin âlimler onu ziyaret ettiğinde, Nizamülmülk onları karşılayıp yanına oturturdu. Ancak Ebu Ali el-Farandi geldiğinde kendi koltuğunu ona verir ve onun karşısına otururdu. Bu ayrımın nedeni sorulduğunda şöyle açıkladı:

“Ebu’l-Kâsım ve Ebu’l-Me’ali beni övüyor ve sahip olmadığım erdemlerden bahsediyorlar, bu da egomu artırıyor. Fakat Ebu Ali kusurlarımı gösteriyor ve onları düzeltmem için beni teşvik ediyor.”

İbnu’l-Esir onu şöyle tanımlıyor:

“Dindar, cömert, adaletli, sabırlı ve tevazu sahibi bir adamdı; günahtan kaçınan ve ölçülü konuşan biriydi. Toplantıları her zaman Kur’an okuyanlar, fakihler ve salih kişilerle dolu olurdu.”

İbadete Bağlılığı:

Nizamülmülk on bir yaşında Kur’an’ı ezberledi ve Şafii fıkıh mezhebine sıkı sıkıya bağlı kaldı. Her zaman abdestli olmaya dikkat ederdi ve her abdestten sonra iki rekat namaz kılardı.

Beş vakit namazı vaktinde kılmadaki dakikliği örnek teşkil edecek düzeydeydi. Ezanı duyduğunda, görevlerini hemen bir kenara bırakıp namazını kılardı. Eğer ezan gecikirse, bizzat müezzine hatırlatırdı. Bu da onun namaza olan sarsılmaz bağlılığının bir yansımasıydı.

Zaman yönetimine ve namaz zorunluluğuna olan bu bağlılık, yalnızca dünyevi işlerden vazgeçip kendilerini Allah’a ibadete adamış olanların ulaşabileceği yüksek bir mevkiyi göstermektedir.

Allah onu manevi açıdan mükemmellik konumuna yükseltmişti. Birgün rüyasında şeytanla karşılaştığı ve onu azarladığı bir rüyayı anlatmıştır:

“Allâh seni mahvetsin! Allâh seni yarattı ve (Adem as’a) secde etmeni emretti, ama sen itaatsizlik ettin. Bana bak, bana (sen gibi) doğrudan bir emir verilmemesine rağmen ben her fırsatta Allâh’a secde ediyorum.”

Ardından şu şiiri okudu:

“Sevgili’ye yakınlık aramayanın bütün iyi amelleri günah sayılır.”

Nizamülmülk, yüksek rütbesine rağmen ibadete adanmış sade bir hayatın özlemini duymaktaydı. Sık sık şöyle derdi:

“Keşke dünyevi işlerden çekilip kendimi yalnızca Rabbime ibadete adayabileceğim, bir camisi olan küçük bir köyüm olsaydı.”

Alçakgönüllülüğü ve Cömertliği:

Nizamülmülk’ün alçakgönüllülüğü kişisel hayatına da yansımıştı. Bir akşam yemek yerken, kardeşi Ebu’l-Kâsım bir tarafta oturmuş, Horasan Valisi ve eli kesil fakir bir adam diğer tarafta oturuyordu. Valinin dilenciden uzaklaştığını gören Nizamülmülk, fakir adamı yanına oturmaya davet etti ve yemeğini onunla paylaştı.

Muhtaçlara olan ilgisi, onun karakterinin bir özelliğiydi. Yoksullara düzenli olarak yiyecek dağıtır ve onlara onurlu davranırdı. Birgün ilerleyen yaşın bedellerini düşünüp şu dizeyi yazmıştı:

“Sekseninden sonra kuvvet kalmaz,
Gençlik zevklerine olan arzular ortadan kalktı.
Musa gibiyim, elimde asa var,
Ama kehanet armağanı olmadan..”

Başka bir yerde ise şöyle yakınıyordu:

“Yıllar yaşla birlikte belimi büktü,
Ve zamanın sert adımları beni yıprattı.
Yürüyorum; bastonum yolu gösteriyor.”

Hastalanınca şair Ali el-Kummani onu ziyaret etti ve şu şiiri okudu:

“Hastalandığımızda her iyilik için yemin ederiz,
Fakat iyileşince hataya ve dalalete döneriz.
Korktuğumuzda Allâh’a güveniriz,
Ama güvenlik içindeyken O’nun gazabını kışkırtırız.”

Nizamülmülk bu dizeleri duyunca ağladı ve “Benim halim tam olarak budur” dedi.

Son Günleri ve Şehadeti:

Hicri 485 yılının (MS 1092) Ramazan ayının 10’unda, Nizamülmülk’ün hayatı sona erdi. İftar vakti girmiş, akşam namazını kılmıştı ve akşam yemeği için bir araya gelinmişti. Yemekte çok sayıda âlim, hafız ve muhtaç vardı.

Nizamülmülk İslam tarihinden önemli anları anlatmaya başladı. Halife Ömer bin Hattab (Allâh ondan razı olsun) döneminden, özellikle de Müslüman ordularının günümüz İran’ında bir şehir ve dağ olan Nehavend’e ulaştığı zamandan bahsetti. Müslümanlar ve Persler arasındaki şiddetli savaşları anlattı ve şehid olan büyük şahsiyetlerin anılarına değindi. Onların fedakarlıklarını düşünerek şöyle dedi:

“Aralarında şehid olanlar ne kadar da şanslıydı…”

Yemekten sonra, Nizamülmülk ayrıldı ve kadınlar bölümüne doğru ilerledi. Ona eşlik eden, bağışlanma veya yardım istiyor gibi görünen Deylemi adında bir adam vardı. Ancak art niyetliydi. Ansızın Nizamülmülk’e bir darbe indirdi ve onu ölümcül şekilde yaraladı.

Nizamülmülk ölmek üzere yatarken son sözleri şunlar oldu;

“Katilimi öldürmeyin, ben onu affettim. Kelime-i şehadet getirsin ve onu Rabbimize bırakın, Rahmân olan Rabbimize…”

Exit mobile version