Ümmetin tarihinde, fedakarlık ve şehadet onu aydınlatan ve yükselten terimlerdir. Bunlar, ezilen ve boyunduruk altına alınmış bir halk için özgürlük ve kurtuluşun sembolleri, düşmanın kötü niyetli ve şeytani amaçlarını engellemenin bir yolu haline gelmiştir.
Şehitlik olmasaydı, zafer davulları Müslüman orduları için Mute savaşı meydanında yankılanmazdı. Abdullah ibni Raveha, Zeyd ibni Harise ve Cafer ibni Ebi Talib (Allâh onlardan razı olsun) gibi liderlerin fedakarlıkları ve özverileri olmasaydı, 3000 kişilik Müslüman ordusu asla binlerce Roma kuvvetine üstün gelemezdi. Bu üstünlük, materyalist anlayışa göre ulaşılamaz bir zaferdi.
Şehitlik olmasaydı, Emirlik bugün Afganistan topraklarında bir yönetim yapısı olarak kurulamazdı. Emiru’l Mu’minin Molla Mansur’un bedeni alevler içinde yanmasaydı, Vezir Ekber Han Tepesi’nde ihtişam ve onurla salınan Tevhid Sancağımız dalgalanamazı. Başkanlık Sarayına sarıklı adamlar yerine, hala kravat takan kuklalar hakim olurdu.
Özgürlüğün ve hürriyet üzerine kurulu bir toplumun korunmasının şehadete bağlı olduğuna olan inancımızda kararlıyız. Şehitliğin yalnızca bir sistemin yeniden canlandırılmasında değil, aynı zamanda onun metanetinde ve dayanıklılığında da önemli bir rol oynadığını güçlü bir şekilde savunuyoruz.
Düşman, şehadet anlatılarının bizim için yeni bir şey olmadığını anlamalıdır. Şehadet, bizim tarihimizde daima güneş gibi parlak bir şekilde parlar. Sistemimiz şehitlerin kanıyla beslenmiştir. Daha önceki dönemlerden hiçbir şey kavrayamazsanız, şehadetle sürdürdüğümüz derin bağı anlamak için mevcut liderliğimizi incelemelisiniz.
Her gün şehitlik özlemiyle yolculuğumuza başlıyoruz. Şehitliği arzulamasaydık, neden Amerika Birleşik Devletleri gibi bir süper güce karşı savaş meydanında kararlı bir şekilde dururduk?
Şehitlik bizi küçültmez. Aksine her birimiz ona kavuşmayı bir görev olarak görürüz. Bu anlayış devam ettiği sürece, sistemin her taraftarı Allâh’ın izniyle bir başkasının halefi olarak hizmet etme potansiyeline de sahip olacaktır.