Her köyde, mutlaka aşağılık ve akılsız bir komşu bulursun; fakir ve muhtaç, buna rağmen kendini bir şey zannedip kurularak yürüyen, insanlardan borç alan ve ona iyilik edenlere hor bakışla bakan.
Onu görsen sana kavga etmek üzereymiş gibi gelir ve asla hatasını kabul etmez. Köyün ileri gelenlerinden biri ona gidip elini yavaşça omzuna koysa ona hatalarını açıklasa ve onu barışmaya davet etse bu cahil reform yapıyormuş gibi görünür ve İbn Ebi’nin taraftarlarının o tarihi cümlesini tekrarlar: “Biz sadece barış yapmak istiyoruz!”
Oysa bu adam, bitişik komşusunun hayatını öyle bozmuştur ki onu ilişkiyi kesip uzaklaşmak zorunda bırakmıştır.
Ama bu cahilin oğlu o komşunun evini ziyaret etmekte ısrar eder etmez bu ahmak, camide durup şöyle ilan eder: “Biz insanlığı seven bir toplumuz; komşularımızla ilişkimizi kesmiştik ama çocukları için ilişkiyi yeniden kuruyoruz!”
Sözünün anlamı şudur: Muhtaç olan o değil, komşudur ama asıl amacını, sadaka ve yardım toplamayı, minnet ve kibir kisvesine bürünerek gizler.
Bugün bir bakacak olursak kafir devlet İsrail’in ve İslam iddiasında olan Pakistan devletinin tam da bu modeli ve o ahmak komşunun davranışını izlediğini görürüz. Pakistan’ın dört komşusu vardır:
Hindistan ile düşmanlık ateşi başından beri devam ediyor ve başarısız politikaları yüzünden varlığının en büyük kısmı olan Bangladeş’i Hindistan’ın kucağına attı ve yüz bin askerini ona canlı olarak teslim etti.
İkinci komşusu İran; yetmiş yıl boyunca ne kendisi için ne de halkı için ondan bir hayır elde etti, ona da bir hayrı olmadı; bilakis sadece kötülük alışverişinde bulundu.
Üçüncü komşusu Çin; Pakistan, Çin’in Batı’ya doğrudan bir yolu olmamasından kaynaklanan zayıflığını istismar etti, Pakistanlı dostları yirmi yıl boyunca onun kanını emdi, elinden geldiğince her şeyi aldı ve ona hiçbir şey sunmadı; öyle ki Çin, Afganistan veya İran yahut başkaları üzerinden alternatif yollar aramaya sürüklendi.
Dördüncü komşusu Afganistan; gerçek şu ki Pakistan, Afgan mülteciler meselesi adı altında dünya çapında muazzam paralar kazandı ve onları kendi topraklarında barındırdı ama diğer gerçek de şu ki onları mezarlarında bile unutulmayacak bir sefalete düşürdü; yaşadıkları kamplar elektriksiz ve gazsız, hatta su ve temel sağlık hizmetleri olmadan en temel insan haklarından yoksundu. Afganistan’ın iç işlerine burnunu soktu, mültecileri kendi hırsları için bir araç haline getirdi ve komşusunun onurunu, ona her istediğini dayatmak için istismar etti.
Allah, yirmi yıllık fedakarlıklardan sonra Afganistan’ın gerçek evlatlarını topraklarına iade edip anavatanlarını İslami bir ruhla özgürleştirip ve İslam Emirliği’ni şer’i ve dini akidelere dayalı olarak kurunca bu zavallının kıskançlığı alevlendi ve onlara nasıl düşman olacağını şaşırdı. Yeni hükümetin zayıf olduğunu zannetti ve fırsatı istismar ederek saldırıya geçti ve de savaşı körükledi.
Ancak zannının aksine bu şerefli komşu, bu ahmaklığa cevap vermeye karar verdi, savaşta onunla yüzleşti ve ona bir ders verdi. Bunun üzerine Pakistan, yardım istemek için birkaç güçlü bölgesel güce başvurdu. Ve onlar şerefli komşuya, sorunu çözeceklerini söylediler ama cahil, cahil kaldı. Mesele dışarı çıktı ve bu hilekar, tekrar propagandaya başladı: “Biz dönmedik! Falanca şöyle dedi! Filanca böyle dedi! Ve onların sözü üzerine döndük!”
Afganistan’ın güçlü yöneticileri, Katar ve Türkiye’nin arabuluculuk çabalarıyla savaşı durdurdu ve insani mantık, Pakistan’ın, Afganistan’ın dokunulmazlığını ihlal etmesine ve saçma eylemlerine rağmen güven inşa etmek için yapıcı bir adım atmasını gerektiriyordu; ama o doğası gereği kötülüğü seçti.
Afganistan’ın narı ve salkımları olgunlaştığında ve meyveler çabuk bozulduğunda Pakistan, yolları ve ticareti kapatma ve komşunun ihtiyacını istismar etme politikasını güzelleştirmek istedi; bu yüzden kapıları kapalı tuttu. Ne Allah’tan korktu, ne de kurak bir yılda tüccarların ve çiftçilerin çektiği sıkıntıyı gözetti.
Ama bu sefer Afganistan’ın onurlu yöneticileri, Rızık verenin Allah olduğuna ve Pakistan’ın ahmaklığının onlara baskı yapmayacağına inanıyordu; bu yüzden şunu ilan ettiler: “Kapı kapalı; bizim tarafımızdan da kapalı kalacak. Ve eğer bir daha açılırsa bizim belirleyeceğimiz şartlarla açılacak.”
Bu basit bir ilan değildi; bilakis istismarcıların toprağında patlayan nükleer bir bomba idi. Afganistan sabırla alternatif yollar bulmaya çalıştı ve kayıplara rağmen tekel fikri tamamen ortadan kaldırıldı. Diğer taraf ise -kendi büyüklerine göre- halkına “köpek gözüyle” bakan taraf olarak ne alternatif bir yol ne de ikna edici bir cevap bulabildi. Pakistan gün geçtikçe kaybetti, halkın öfkesi alevlendi ve iktidardaki güçler, halkın devriminin kontrol dışı bir felaket getireceğini gördü, bu yüzden fakirliğini dünyaya göstermek zorunda kaldı; evden eve, Rusya’dan İran’a, Suudi Arabistan’a, Katar’a, sonra Türkiye’ye, hatta tüm dünyayı dolaşıyor.
Ancak İslam Emirliği, demir gibi bir kararlılıkla onlara cevap vermedi. Ve Pakistanlı dostları İshak Dar’a okuması için bir kağıt uzattılar. İshak Dar, saygın bir adamdır ama ordu, onu rehin tutuyor. Ve “uluslararası toplum, bizden insani duyarlılık adına kapıları açmamızı istedi” yazısıyla sanırım utancından ölüyordu. Ülkesinin zorbaları hakkında ne söyleyebilirdi?! Ünlü bir siyasetçinin dediği gibi:
“Sadaka istiyorlar, ama zorbalıkla!”
Veya: “Yardım talep ediyorlar, ama terörist bir tarzla!”
Başkalarını suçluyorlar ve insanlık iddia ediyorlar!
Ve İshak Dar kendi kendine şöyle diyordu: “Garip bir zamanda yaşıyoruz, hatta sadakaların bile garip yöntemleri var!”
Ve neden? Çünkü askeri rejim, siyaseti ticaretten ayırsa ve genel kabul görmüş olana izin verse bu insan haklarıyla uyumlu olurdu.
Ama Afganistan’ın meyvelerinin gözleri önünde bozulduğunu gördüklerinde hareket etmediler ve de halkları, onları sıkıştırıp portakal mevsimi geldiğinde ve patates çuvalları sokaklarda biriktiğinde, birden “insanlığı” hatırladılar! Ne garip bir duygu: Başkalarının hayatını mahvediyorsun, zarar sana dokununca ağlayıp sızlanıyor ve insanlardan ilaç istiyorsun, sonra da uluslararası toplum adına onlara minnet ediyorsun!
Bu davranış bana o ahmak komşuyu hatırlattı; ama o, böylelerinin -gökyüzüne ulaşan aptallıklarına rağmen- eğer şerefli kişiler asil mevkilerinden inerlerse, cahillerin aptallığını sonuna kadar taşıyamayacaklarını fark etmedi.
Ve şöyle oldu: Tüm dünya, Pakistan’ın fakirliğini ve garip kaprislerini izlerken güçlü komşu önüne öyle gerçekler koymuştu ki herkesi bir şey yapamaz hale getirdi.















































