Çağdaş teknolojinin, maddi kaynakların ve ideolojik savaş araçlarının tüm gücüyle donatıldığı modern işgal, İslam dünyasına bir yılan gibi saldırdı. On yıllar süren -bazıları yarım veya tam bir yüzyıla kadar yayılıyor- uzun vadeli stratejilerinin amacı, İslam ümmetini bir zamanlar onu diğerlerinden üstün kılan, tarih boyunca onurunu koruyan ve onu insan yapımı yasaların ve dünyevi boyunduruğun esaretinden kurtaran manevi değerlerden mahrum bırakmaktı.
Ne yazık ki bu kötü niyetli planlar hristiyanların ve büyük siyonist kurumların desteğiyle uzun zamandır Batı propaganda makineleri tarafından yetiştirilmiş sözde Müslüman liderler kullanılarak yürütüldü. Bu kişiler, halklarının kalplerinde sevilen kişiler olarak görünmek üzere sunuldular, ancak gerçekte sadakatleri başkalarınaydı. Belirlenmiş rollerinden saparlarsa veya dayatılan gündemleri yerine getirmede başarısız olurlarsa, genellikle askeri darbeler veya organize edilmiş halk ayaklanmaları yoluyla hızla ortadan kaldırılırlardı.
Bu tür ihanetlerin en bariz örneklerinden biri, Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin Batı yanlısı general Abdulfettâh Sisi liderliğindeki Mısır ordusu tarafından devrilmesi ve sonunda şehid edilmesiydi.
Buna paralel olarak laik hukuk sistemleri, idari doktrinler ve uluslararası siyasi çerçevelerle aşılanmış Amerikan üniversitelerinde eğitim görmüş kişiler, İslam dünyasında liderlik için uygun adaylar olarak sunuldu. İslami kimliklerinden soyulup, istihbarat ve işgal projelerinin araçları haline geldiler ve yabancı güçlerin hedeflerini ilerlettiler.
Bu kötü niyetli stratejilerin bir diğer karanlık bileşeni, genellikle Batılı istihbarat teşkilatları tarafından desteklenen tekfirci ve Harici bir grubun da kullanılmasıydı. Tarihsel olarak, bu tür gruplar meşru İslam yönetimine karşı isyan ederek yükseldiler. Bu eğilimin en kötü şöhretli modern tezahürü, İslam dünyasının kalbinde güçlendirilmiş ve silahlandırılmış bir Harici grup olan IŞİD’dir.
Amerikan istihbaratının desteğiyle IŞİD; İslami değerleri yok etmek, camileri yıkmak, dini sembolleri kirletmek ve gerçek alimleri ortadan kaldırmak için sistematik bir kampanya başlattı. Sözde dini misyonlarının ardında korkunç gerçekler gizliydi; mali yolsuzluk, cinsel sömürü, tarihi eserlerin yağmalanması ve yaygın vahşetler gibi çok sayıda suç işlediler. IŞİD’in kendi propaganda ağları aracılığıyla yayılan bu suçlar tesadüfi değildi; İslam’ı içeriden ele geçirmeye yönelik daha geniş bir planın parçasıydılar. İşgalcilerin onlar aracılığıyla kullandıkları ek stratejiler ve araçlar arasında ise şunlar vardı:
1. Halifelik ve Halife: Kötüye Kullanılan Kutsal Bir Kavram
Bu bizi tartışmamızın en kritik noktasına getiriyor; IŞİD tarafından Halife ve Hilafet kavramlarının kötüye kullanılması ve çarpıtılması. Bu terimler İslam’da derin manevi ve tarihi öneme sahiptir. Her insan yeryüzünde Allâh’ın bir halifesi olarak kabul edilir. Gerçek bir İslam Halifeliğinde, Müslüman ülkeler arasındaki ulusal sınırlar ve yapay bölünmeler ortadan kalkar ve İslam birleştirici kimlik ve tek sınır olarak kalır.
Müslümanların bu asil vizyonu gerçekleştirmesini engellemek için Batılı işgalciler, Halifelik kavramını lekelemek amacıyla Irak ve Suriye’de kasıtlı olarak IŞİD’i bir “İslam Devleti” olarak sundular. Ardından bunun üzerinden gerçek bir İslam Emirliği olan Afganistan İslam Emirliği’ni tehdit etmeye ve istikrarsızlaştırmaya çalıştılar.
IŞİD, halifeliğin mukaddes sancağı altında İslami değerlerle hiçbir benzerliği olmayan vahşet ve terör eylemleri gerçekleştirdi. Ümmeti birleştirmek yerine, işgalcilerin jeopolitik çıkarlarına hizmet etti, Müslümanlar arasındaki bölünmeleri derinleştirdi ve birleşik bir İslami liderlik fikrine karşı nefreti körükledi.
Amaçları açıktı; Müslüman nesilleri halifeliği arzulamaktan bile kaçınacak derecede soğutmak… İşgalcilerin temel amacı buydu ve öyle olmaya da devam ediyor.
Nitekim IŞİD’in Horasan kolunun safları en itibarsız ve nefret edilen figürlerle dolu; safları toplum tarafından reddedilen, daha sonra güç, servet ve nüfuz peşinde işgalcilerin altında sığınak arayan tiplerden oluşuyor. Bu kişiler yaptıklarının karşılığında sırf kişisel kazanç için İslam’ın adını satıyorlar. Ancak Allâh’ın izniyle aşağılık hırsları asla başarılı olmayacak.
Saflarına katılan gençlerin çoğu ihtişam, amaç ve ödül vaat eden aldatıcı, maskeli liderler tarafından kandırıldı. Bu gençler kamu servetini yağmaladılar, masumların onurunu ve şerefini ihlal ettiler ve sözde halifelik adına tarifsiz suçlar işlediler. Bunların hepsini de sözde gizli yabancı ellerin teklif ettiği şişirilmiş maaşlar uğruna yaptılar.
Bunlar İslam’ın askerleri değil, işgalin piyonlarıdır. Kutsal bir bayrak altında işledikleri vahşetler, ümmetin en değerli ideallerini karalamıştır. Yine de gerçek Hilafet’in alevi, onların ihanetinden etkilenmemiş, dürüstlerin kalplerinde muhafaza edilmiş, adalet, ilim ve dindarlık temelleri üzerinde dosdoğru şekilde yeniden kurulmayı beklemektedir.