Peygamberimiz Muhammed (sav), karanlık ve cehalet içinde olan bir topluma elçi olarak gönderilmişti. O da içinde bulunduğu toplumu aydınlatmak ve eğitmek için önemli çabalar sarf etti, onları örnek bir karakterle İslam’a davet etti ve halka nezaket ve yumuşaklıkla İslam yolunu öğretti. İslam mesajını iletme yaklaşımı, gelecek nesiller için de dava (İslam’a davet) ilkelerinde bir kaynak ve model oldu.
İçinde bulunduğu toplum ise onun davetine olumlu yanıt vermek yerine mesajını reddetti, onunla alay etti ve onu hor gördü. Üstelik sadece reddetmekle kalmayıp, onu öldürmeyi bile planladılar.
O dönemde Mekke, Peygamberimiz Muhammed (sav) için büyük zorlukların yaşandığı bir yer haline geldi. Ne uyanıkken huzur bulabiliyordu ne de uyurken dinlenebiliyordu. Mekkeli müşrikler onun mesajının ışığını söndürmeye çalıştılar. Ancak Allâh’ın ilahi desteğiyle, Peygamberimiz (s.a.v.) bu düşmanca ortamdan güvenli bir şekilde çıktı ve kâfirlerin kötü niyetli planları da böylece engellenmiş oldu.
Peygamberimiz (sav) Medine’ye hicret etti ve bu hicret ona İslam mesajını yaymak için sakin ve uygun bir ortam sağladı. Onun gelişinden sonra Medine, güvenlik ve kardeşliğin cenneti oldu. Evs ve Hazrec kabileleri arasındaki köklü düşmanlık bile birlik ve dayanışmaya dönüştü.
Ancak Peygamber (s.a.v.) bu dönemde iki ana tehditle karşı karşıyaydı. İlk tehdit, Medine’de büyüyen İslam devletine karşı harekete geçmeyi gerekli görebilecek Kureyş’ten geliyordu. Peygamber (s.a.v.), komşularıyla siyasi ve ekonomik bağları olan güçlü bir devlet kurmuştu ve Kureyş bunu gelecekleri için potansiyel bir tehdit olarak görüyordu. Peygamberimiz (sav)’e defalarca uyarı ve tehdit mesajları göndererek Medine’ye göç etmenin onu kendi etkilerinden kurtaramayacağını ilan ettiler.
İkinci tehdit ise kurnazlıkları ve hilekarlıklarıyla bilinen bir kabile olan Yahudilerden geliyordu. Nitekim onlar, her zamanki gibi içinde yaşadığı her toplumu zehirleyen kanserli bir tümör gibi davranarak kendilerinden beklenen davranışları defalarca sergilediler. Peygamber (sav)’e karşı açıkça nefret ve düşmanlık gösterdiler, gizlice ona karşı komplo kurdular.
O zamanlar Peygamberimiz (sav)’e henüz savaşa veya cihada girişmesi emredilmemişti. Bunun yerine Allâh tarafından, kendisi ve arkadaşlarının karşılaştığı muazzam zorluklara rağmen sabırlı olması emredilmişti. Onlar da Allâh’ın emrine sıkı sıkıya bağlı kaldılar, baskıyı püskürtmek ve İslami sistemlerini hem gizli hem de açık komplolardan korumak için savaşma iznini hevesle beklediler.
Sonunda hicretten sonraki ikinci yılda bu bekleyiş sona erdi. Allâh, Peygamberimiz (sav) ve ashabına cihad izni verdi;
“(Kendileriyle) Savaşılanlara zulme uğradıklarından ötürü izin verildi. Ve muhakkak Allâh onlara yardım etmeye kadîrdir.”
(Hac Suresi 39)
Böylece İslam’ın izzet ve şeref sancağını dünyada dalgalandırmak için seferlerin başlatıldığı savaşlar dönemi de başlamış oldu.
Tarihçiler, Peygamberimiz (sav)’in savaşlarını (gazavat) iki şekilde analiz ederler. Bazıları, Müslümanlar ile kâfirler arasında doğrudan çatışmaların yaşandığı savaşlara odaklanır ki Bedir Savaşı bu tür karşılaşmaların ilkidir. Diğerleri, bu kategoride ilk kabul edilen Ebva Seferi gibi çatışmasız olanlar dahil tüm seferleri ele alır.
Bu makale serimizde inşâAllâh çatışmaların yaşandığı savaşlara odaklanılacaktır. Peygamberimiz (sav)’in stratejileri, savaşa yaklaşımı, çıkarılacak dersler, bu olaylardan elde edilen hikmetler ve yaşanan hatalar analiz edilecektir.