Kuran-ı Kerim ve tarih kitapları, müminlerin ve peygamberlerin, vatanları kendilerine dar geldiğinde ve eziyet ağırlaştığında gerçekleştirdiği çok sayıda hicret örneğini kaydetmiştir. Mekkeli kafirler, Müslümanlara zulmetmeye başladığında Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), onlara, Habeşistan’a hicret etmelerini emretti; orada kendilerini Hristiyan bir kral nazikçe karşıladı ve ağırladı.
Aynı şekilde Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) de bizzat kendisi ve ashabıyla birlikte düşmanlarının zulüm ve baskısından canlarını kurtarmak için ve Rabblerine özgürce ibadet edebilecekleri güvenli bir vatan arayışıyla hicret etti. İbrahim (aleyhisselam) da hicret ederek topraklarını terk etmek zorunda kalmış, Musa (aleyhisselam) ise Mısırlılar kendisine kötü muamele etmeye başlayınca Medyen’e gitmişti.
Kuran-ı Kerim, müminlere, muhacirlere ve eman sahiplerine karşı ahitlerini yerine getirmelerini tavsiye etmiş, onlara iyi muamele edilmesini ve haklarının korunmasını emretmiştir. İnsanlar problemlerden, zulüm ve baskıdan uzak güvenli bir hayat arayışıyla bir ülkeden diğerine hicret ettiklerinde İslam, onların haklarını gözetir; onlar darülhicrette dinlerini, canlarını, mallarını ve namuslarını koruyabilir; temel yaşam faaliyetlerini, ticaretlerini ve eğitimlerini sürdürebilirler ve zor koşullarda asıl ülkelerine dönmeye zorlanamazlar.
Muhacirlere, insanlara iyi ve faydalı bir şekilde muamele etmeleri ve kimseye zarar vermemeleri tavsiye edilir. Afganlar bu seçkin davranışın en güzel örneklerini İslam kardeşliğinden hareketle sergilemiş, kimseye zarar vermemişlerdir.
Müslümanlar, kafirlerin zulmünden kaçarak başka bir ülkeye hicret ettiklerinde o yeni bölgeye olan sevgileri ve bağlılıkları, onlarla o toprak arasında öyle bir sevgi ve sıkı bağ oluşturur ki oradan ayrılıp eski diyarlarına dönmek, onlar için zorlaşır.
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem), Mekke’den Medine’ye hicret etti. Mekke fethedilip oraya zaferle döndüğünde orayı yeniden vatan edinmedi; bilakis vefatına kadar Medine’de kaldı ve onu ve davetini bağrına basan o diyara sadakatle oranın toprağına defnedildi.
Ve zalim uluslararası işgalciler, mazlum Afganistan topraklarını haksız yere işgal ettiğinde milyonlarca Afgan, güvenlik ve kardeşlik bulma umuduyla komşu Müslüman Pakistan’a göç etmek ve yerinden olmak zorunda kaldı;
hayatlarının kalan kısmını onurla orada geçirmeyi umdular. Ve orada yeniden başladılar; çalıştılar, inşa ettiler, ticareti canlandırdılar, şehirleri ve köyleri ihya ettiler, çorak toprağı yeşil, hayat dolu bir arazi haline getirdiler.
Ancak ev sahibi devlet, bir miktar ilerleme ve yeterliliğe ulaştıktan sonra onların iyiliğine, nankörlükle karşılık verdi ve dar çıkar güdüleriyle onları zorla sınır dışı etmeye, mülklerine el koymaya ve alın teriyle kazandıkları paralarını almalarını bile engellemeye başladı.
Bu eylemlerin İslam’la hiçbir bağlantısı yoktur ve din veya vicdan tarafından kabul edilmeyen, insani ve İslami açıdan çarpıcı bir zulüm örneğidir.
















































