Altı aylık bir süre zarfında bu haberi ikinci kez duyuyoruz: ABD Özel Temsilcisi Adam Boulier başkanlığındaki üst düzey bir heyet Zalmay Halilzad’ın da katılımıyla Kabil’e geldi ve İslam Emirliği’nin üst düzey yetkilileriyle bir araya gelerek iki ülke arasındaki ilişkilerin genişletilmesi, vatandaşların meseleleri, Afganistan’daki yatırım fırsatları ve diğer konular hakkında kapsamlı görüşmeler yürütüyor.
ABD, müttefikleri ve ortaklarıyla Afganistan’ı işgal ettiğinde ve o zamanın yönetimi olan Taliban/İslam Emirliği’ni güç kullanarak devirdiğinde, dünyanın dört bir yanındaki Emirliğe sempati duyan inançlı kişiler, acı dolu makale ve yorumlarında üzüntülerini ifade ettiler ve şu söz sık sık tekrarlandı: “Sanki her şey bitti.”
Fakat Taliban’ın görüşü farklıydı: “Her şey bitti” izleniminin yanlış olduğunu söylüyorlardı; şimdi yeni bir mücadele başlamıştı ve bunun sonucunda da inşallah ABD’nin listenin başından sona kayması olacaktı.
Ve bugün ABD’nin bu listede nerede olduğunu görüyoruz. Bu sonucu öngörmek, zamanında değerli şeyhimiz, Müminlerin Emiri Molla Muhammed Ömer Mücahid (Allah ondan razı olsun) tarafından dile getirilmişti.
Her ne kadar onun öngörüsü gerçekleştiyse de biraz zaman aldı; umulurdu ki o, sonuçları hayattayken görebilseydi! Bunun gerçekleşmesindeki gecikmenin sebepleri olabilir; ve bu sebeplerden biri, belki de bazı bölgesel tarafların duygusal veya aceleci davranmasıdır ve bu sadece Emirliğin çalışmalarını engellemekle kalmadı aynı zamanda onların mücadelesini de karıştırdı.
Eğer farklı güçler, birden fazla eksende dağılmak yerine hikmet ve basiretle çabalarını Emirliği desteklemek için birleştirmiş olsalardı belki de bu öngörü, onun hayatında gerçekleşir ve bu “heyetlerin ve temsilcilerin akını” haberleri şimdiden geçmişte kalmış bir mesele olurdu.
Bir yerde okuduğuma göre General Sıddık Eyyub Han siyasi faaliyetine başladığında, Ağa Şureş Keşmiri bir hutbesinde kıssalar zikrederek şöyle demişti: “Sıddık Eyyub kaldığı sürece biz de Eyyub’un sabrına sahip olacağız.”
Ağa Şureş’in bu ifadesi yerindeydi ve de 11 Eylül’den sonra ve ABD’nin Afganistan işgali altında biz ve milletimiz bağımsızlığımızı elde etmek için bir “Eyyub sabrı” durumundaydık.
Bu işgalin sonsuza kadar başarılı olmayacağına inanıyorduk; zira kişiler bazen güçle yenilgiye uğratılır fakat milletler güçle yenilgiye uğratılamaz.
İslam Emirliği’ne gelince, dünya o zamanlar onu sadece işini bırakmayan ve ezilmesi gereken basit bir silahlı grup olarak yanlış yorumladı; fakat dünyanın, Emirliğin sadece bir silahlı grup olmadığını bilakis onun isminde tecessüm etmiş olan ulusal onur duyguları ve de İslam ve şeriat sevgisinin toplamı olduğunu anlaması yıllar aldı.
Ve gecikme uzun sürdüyse de “geç gelen, sağlam geldi”.
Emirliğin arka planını bilmek isteyenlere kısaca şunu söylüyorum: Sovyetler Birliği, Afganistan’a girdiğinde çeşitli mücahit gruplar, vatan ve din savunması için cihat ettiler.
Bu gruplar, Sovyet güçleriyle savaşmak için ülkelerden ve Batılı güçlerden destek aldılar ve de bölge ve dünyanın dört bir yanından binlerce kişi onlara katıldı ve sonuç olarak Rus birlikleri çekildi.
Fakat Batılı güçler, o cihadın meyvelerini kendi amaçları için kullandılar ve mücahitleri kendi aralarında savaşmaya bıraktılar, böylece Afganistan, yerel komutanlar arasında bir iç savaşa saplandı ve ülke, Ahmed Mesud, Mühendis Gulbeddin ve diğerleri gibi güçler arasında bir iç çatışma sahasına dönüştü.
Afganistan’ı harap eden ve cihat hedeflerini tüketen o iç savaşın ortasında, medreselerin ve şer’i okulların bağrından Taliban hareketi doğdu: İlim talebeleri, davetçiler ve Molla Muhammed Ömer (Allah ondan razı olsun) tarafından Kandahar’dan yönetilen sadık gençler ki onların hedefleri, güvenliği tesis etmek ve şeriatı uygulamaktı.
Tedricen ülkenin geniş kesimlerinin kontrolünü yeniden ele geçirdiler ve “Afganistan İslam Emirliği” olarak bilinen yapıyı kurdular.
Aynı zamanda, Usame bin Ladin liderliğindaki Arap mücahitlerin, Orta Doğu’daki İsrail yanlısı Batı politikalarına karşı faaliyetleri arttı ve bu kişiler, Afganistan’da kaldılar.
Batılılar, Taliban’dan bu silahlı kişileri sınır dışı etmesini ve Bin Ladin’i ABD’ye teslim etmesini talep ettiler; fakat Emirlik öncelikle uluslararası ve tarafsız bir soruşturma yapılması gerektiği gerekçesiyle reddetti ve tek taraflı baskılara boyun eğmedi.
Ardından 11 Eylül olayları geldi ve suçlamaların parmağı Arap mücahitlere çevrildi; Amerikan baskıları arttı ve ABD ile müttefikleri, Afganistan’a bir işgal başlattı ve Taliban yönetimini şehir merkezlerinden alaşağı etti.
İşgalle birlikte yirmi yıl sürecek bir savaş başladı ve buna rağmen Taliban yenilmedi ve programından vazgeçmedi. Bazı Batılı kuruluşlar zaman zaman, Amerikan politikalarının başarısızlığını ifade eden bir hoşnutsuzluk ve itirafta bulundular ve bunu ABD’nin en büyük askeri başarısızlıklarından biri olarak nitelendirdiler.
Söz devam edecek, heyet ziyaretleri sürecek ve olaylar ilerledikçe yeni ve eski yüzler ortaya çıkacak ve müzakereler, heyetler ve benzeri haberler çoğalacak; bu haberler diplomatik sürecin ilerlediğini ve toplumsal bir güven durumunu ifade ediyor.
Ve bu, sadece Emirlik için değil aynı zamanda diğer bölgesel taraflar için de net bir mesajdır: Başkalarının yüklerini taşımaktan vazgeçme ve sahadaki fiili gerçekleri tanıma zamanı gelmiştir.
Her halükarda, İslam Emirliği şimdi ülkenin tamamını yönetiyor; bayraklarının Kabil’de dalgalandığını görüyoruz; her taraftan müzakereler, irtibatlar ve ziyaretler dönüyor, buna bazen Washington’dan heyetler ve temsilciler de dahil oluyor.
Bu buluşmalar ve heyetler, Emirliğin uluslararası düzeyde kabul gören bir gerçeklik haline geldiğini ve gelecekteki bölgesel uluslararası sistemde bağımsız bir role sahip olduğunu gösteriyor. Emirlik sadece basit bir silahlı grup değildir bilakis şeriatı uygulamaya dayalı organize bir siyasi çatıdır.