İslam Ülkelerinin İşgalini Kolaylaştırmak:
Son yıllarda, Müslüman topraklarını işgal etme ve maddi ve manevi zenginliklerini sömürme hırsıyla hareket eden Batılı güçler, işgalin yolunu açmak için sürekli hesaplanmış bir strateji uyguladı; önce hedef bölgede nefret duyulan bir örgüt olan IŞİD’in ortaya çıkmasını kolaylaştırdılar, sonra askeri müdahale için bu bahaneyle işgale başladılar, böylece baskıyı ve yaygın zulmü sürdürdüler. Müslüman olmayan uluslar, İslam ülkelerine askeri saldırılar planladıklarında, bölgede önce IŞİD’in tohumlarını ektiler. Bu unsuru güçlendirdikten sonra, saldırılarını başlatmak ve daha fazla ihlalde bulunmak için geçerli bir sebep olarak kullandılar.
IŞİD Haricileri İslam dünyasının herhangi bir yerinde kendilerine bir dayanak noktası kurdukları her yerde, Batılı patronları IŞİD ile mücadele bahanesiyle bölgeye hızla müdahale ettiler. Bu bölgeler militarize edildi, yabancı gündemler uygulandı ve yerel siyasi manzaralar Batı’nın stratejik çıkarlarıyla uyumlu olacak şekilde yeniden şekillendirildi.
Bu müdahaleler doğrudan askeri eylemle sınırlı kalmadı. Kitlesel katliamlardan ve sistematik yıkımlardan Müslümanların onur ve haysiyetine yönelik saldırılara, doğal kaynakların yağmalanmasından dini inançlara ve toplumsal yapılara yönelik kasıtlı saldırılara kadar geniş bir ihlal yelpazesini kapsadı. Aşırılığa karşı küresel bir kampanya olarak çerçevelenen sözde savunma; pratikte Müslüman egemenliğine, birliğine ve inancına yönelik bir savaşa dönüştü.
Bu planlı politikanın sonucu, birçok İslam ülkesinin vekalet savaşı alanlarına dönüşmesi oldu. Terörle mücadele çabaları olarak yanlış bir şekilde tasvir edilen bu savaşlar aslında devletleri parçalamaya, dini değerleri aşındırmaya ve Müslüman toplumların varlıklarını ve bağımsızlıklarını ellerinden almaya hizmet etti.
Bu söylemin sonraki bölümlerinde, IŞİD Haricilerinin kök saldığı ve daha sonra Batı işgalinin yolunu açtığı birkaç ülkeyi kısaca vurgulayacağız:
Irak:
Irak ilk başta 2003 yılında ABD tarafından işgal edilmiş olsa da, IŞİD’in yoldan sapması ve 2014 yılında Musul’un düşmesiyle yenilenen bir askeri kampanyaya yol açtı. IŞİD’i bitirme bahanesiyle ABD ve müttefikleri ülkeye yeniden girdi ve kilit bölgelerde askeri üsler kurarak nüfuzlarını daha da sağlamlaştırdılar.
Suriye:
2011 yılında Suriyeli devrimcilerin ilerlemesi ve Esad rejiminin çöküşünün yaklaşmasıyla Harici anlaşmazlıkların ortaya çıkması Batılı güçlere (başta ABD, Fransa ve İngiltere olmak üzere) ülke içinde doğrudan askeri angajman fırsatı sağladı.
Libya:
Libya da DEAŞ Haricilerinin entrikalarına kurban gitti. Grup, Sirte şehrinde sözde halifelik bayrağını çektiğinde, yabancı müdahale için bir fırsat daha oluşmuş oldu. Zaten savaştan zarar görmüş ve istikrarsızlaşmış ülke, yabancı güçler iradelerini dayattıkça daha da kaosa sürüklendi ve Libya halkı işgalin gölgesinde daha da acı çekti.
Bu strateji tesadüfi değil, aksine kasıtlıdır. Hariciler Batı için bir tehdit değil, sadece Batı’nın elindeki bir araçtır.
İnşâAllâh devam edecek…