Şüphesiz dünya bir imtihan ve deneme yeridir. Allah Teala buyuruyor ki:
“İnsanlar, ‘inandık’ demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı sanıyorlar? Andolsun ki biz, onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah, elbette doğruları ortaya çıkaracak ve yalancıları da mutlaka ortaya çıkaracaktır.” (Ankebut: 2-3)
Afganlar da tarih boyunca defalarca imtihan edilen Müslümanlardandır. Son otuz yılda kafirlerin işgal ve saldırılarına maruz kaldılar. Sırf samimi İslami inançları yüzünden evlatları kendi topraklarında hapislere atıldı, zulümle ve vahşice katledildi. Huzur ve refah içinde yaşama hakları ellerinden alındı. Çoğu göç etmek zorunda kaldı. Düğün ve cenaze meclisleri bombalandı. Okulları ve camileri yıkıldı. Yönetim ve nizamları ellerinden alındı. Evlatlar anne babalarından koparıldı; kimisi gözleri önünde şehit edildi, kimisi halen kayıp.
Ancak onlar, Allah’ın lütfuyla, her zorluğun ardından bir kolaylık olduğuna yakin sahibi idiler. Hiçbir imkanları olmadan, silahsız bir şekilde hemen kafir işgalcilere karşı direnişe geçtiler. Nihayetinde işgalciler yenilgi eşiğine geldi ve Afganistan’dan çekilmek için masaya oturmak zorunda kaldılar. Müzakereler sonucunda perişan bir halde çekip gittiler. Arkalarında, Müslüman kardeşlerini öldürmeleri için yönlendirdikleri işbirlikçilerini umutsuz bir vaziyette bıraktılar. Sonra onların saltanatı son buldu ve dün iktidardan uzaklaştırılan Taliban, Kabil’e dönerek özgürlük bayrağını dalgalandırdı. Ülkenin her yerinde emsalsiz bir İslami nizam ve kapsamlı bir güvenlik tesis etti. Yok olmaya yüz tutmuş umutları yeniden canlandırdı.
İşte günler böyle değişir. Zalim bir süre için böbürlenerek yükselir, mazlumlara zulmeder. Ancak bir gün gelir, başı eğilir ve mazlum ondan intikam alır. Zalim yüce makamından yere inerken, mazlum izzet ve şeref burçlarına yükselir.
Firavun ilahlık iddia etmiş ve kavmine yüksek sesle şöyle demişti:
“Ey kavmim! Mısır’ın mülkü ve şu altımdan akan nehirler benim değil mi? Görmüyor musunuz?” (Zuhruf: 51)
Ancak Allah Teala, dengeleri alt üst etti ve Musa’yı (a.s.) takip eden o Firavun’u denizde boğdu.
Nemrut böbürlenerek, “ben diriltir ve öldürürüm” dedi. Derken küçük bir sivrisinek beynine girdi, onu rahatsız edip perişan etti. Öyle ki dün kendisine secde edenlerin ayakkabılarıyla kafasına vurması dışında rahat bulamadı.
Ümeyye bin Halef, aziz sahabi Bilal b. Rabah’ı (r.a.) Mekke’nin kızgın kumları üzerine atarak işkence etti. Ancak Allah, durumu değiştirdi ve Bedir günü Bilal, kılıcını Ümeyye’nin göğsüne sapladı.
Resulullah (s.a.v.), Kureyş’in öldürme kararı almasının ardından Mekke’den hicret etti. Yıllar sonra on bin kişilik İslam ordusunun başında geri döndüğünde kalpleri fethetti. Ebu Süfyan, Abbas’a (r.a.), “kardeşinin oğlunun saltanatı bugün çok büyük oldu” dedi.
Ebu Cehil ise üç bin kişilik bir orduyla yola çıktı. Yolun ortasında Ebu Süfyan ona geri dönmesini işaret ettiyse de o reddetti ve “Lat ve Uzza’ya yemin olsun ki, Bedir’de üç gün deve keseceğim, şarap içeceğim ve cariyeler oynatacağım” dedi. Ancak Allah, onun gününü en kötü gün kıldı. Küçük iki gencin darbesiyle atından düştü ve öldü. Ordusu, tarihi bir yenilgiyle dağıldı.
İslam’ın ilk dönemlerinde Müslümanlar, özellikle de himayesiz olanlar, kafirlerin her türlü eziyetine maruz kalıyordu. Sonra Allah, onların durumunu değiştirdi ve onları yeryüzünün liderleri ve önderleri kıldı. Kafirler, başları eğik bir halde onlara gelir oldu. Tıpkı Allah’ın şu ayetinde buyurduğu gibi:
“Biz ise yeryüzünde güçsüz düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (mukaddes topraklara) varis kılmak istiyoruz.” (Kasas: 5)
Afganistan’da da aynı sahne tekrarlandı. Zalim zelil oldu, mazlumun itibarı yükseldi. Acılarla yoğrulmuş bir halka büyük müjde geldi. Kederin ardından sevinç, darlığın ardından genişlik geldi. Allah Teala’dan bunu daim kılmasını niyaz ederiz. Amin, ey alemlerin Rabbi!